Efendim, memlekete döndüğünden beri post-travmatik tropik ada sendromu yaşayan yazarınız Habitus, sizlere tefrika halinde sunduğu Malezya adası Langkawi maceralarından kalan notları gururla sunar!
Bulunduğunuz yerden uzaklara gitmenin en enteresan tarafı bence nedir biliyor musunuz? Coğrafya, ülke, millet değişse de görüyorsunuz ki, sıkıntıların içeriği değişiyor ama niteliği aslında birbirine pek benziyor... Örnek mi? Mesela kadınların kendileriyle olan dertleri... ınsanın kendinde olmayanı istemesi... Asya’nın tropikal bölgelerinde yaşayan kadınların tenleri koyu. Endonezya, Malezya, Tayland, Laos, Kamboçya gibi ülkelerdeki kadınların tek arzusu beyazlaşmak. Bu konu, kozmetik sektörünün en büyük ilgi alanı. Raflar, cildin rengini açan kremlerle, sabunlarla, toniklerle dolu. Biz nasıl kendimizi hafif bronzlaşınca iyi hissediyorsak onlar da kendilerini beyazlaşınca iyi hissediyorlar. Aklınıza gelen tüm meşhur kozmetik markalarının orada özel beyazlaştırıcı serileri var. Beyazlaştırıcı yüz yıkama jellerinden tutun da pudralara kadar rengin açılmasına yardımcı olabilecek her türlü ürün bulunuyor. Peki neden bu beyazlaşma tutkusu? Duyun da şaşırın, bunu sorduğum tüm kadınların yanıtı aynı: Cildin koyu renk olması kadınların kendine bakmadığının göstergesi sayılıyormuş... “Hafif kadın”lar öyle olurmuş... Hayran oldukları şöhretler, televizyonda ve dergilerde gördüğüm tüm ünlü kadınların cildi açık renkti, tahmin edersiniz. Tabii hal böyle olunca beyaz tenli, sarı veya açık renk saçlı olanlara da büyük ilgi gösteriyorlar. Dedim ya, insan hep kendinde olmayanı ister diye, beyaz tenliler solaryum canavarına dönüşürken dünyanın bir ucunda milyonlarca kadın beyazlaşmak için çıldırıyor...
Birtakım doğa meseleleri
Lost’taki kara dumanın sesi gerçekmiş, bunu gördüm. O sesi duyduğumuzda, her defasında “Yarabbim kara duman geliyor kaçın” hisleriyle dolup taştık, hayli stresli anlar yaşadık. Kaynağını da göremiyorsunuz hani, çünkü bu ses cüssesi küçük sesi büyük bir böceğin marifeti. Gerçi Lost’un yapımcıları bu sesin sample’ını bir New York taksisinden aldıklarını söylemişler ama hakikisi varmış, bu sesi oluşturmak için bilgisayar programına gerek yokmuş, bunu gördük...
Bizde nasıl her gün trafik kazaları can alıyorsa orada da “kafaya Hindistan cevizi düşmesi” konusu en “sıradan” ölüm sebeplerinden biri. Adım başı Hindistancevizi ağacı var ya, birçoğunun boyu da 3-4 metre, eh, o yükseklikten kafaya gülle gibi bir şeyin indiğini düşünün...
Birçoğumuzun bilgisayarında wallpaper olarak kullandığı ve iç geçirdiği denizin, gözleri kör eden turkuaz renginin kaynağı beyaz kumlar. Yani ufalanmış kireçtaşı. Çok fazla güneş ışığı yansıtan beyaz kum, sığ ve berrak suların turkuaz görünmesine neden oluyor...
Kediyi köpeği sokakta göremiyorsunuz ama adım başı bir maymunla karşılaşmak son derece sıradan bir durum. Langkawi’nin en meşhur plajlarından Monkey Beach’te kendinizi Maymunlar Cehennemi’nin setinde filan sanabilirsiniz, çünkü her yerdeler. Biri çöpleri karıştırırken öteki kayanın üstüne oturmuş ufuklara bakıyor, biri muz yerken diğeri bebeğini besliyor...
Monkey Beach aynı zamanda denize girilen ve güneşlenilen bir plaj, insanlar da var tabii. Maymunlar ve insanlar uyum içinde yaşıyorlar demek isterdim ancak yanınızda yiyecek varsa maymun saldırısı kaçınılmaz. Gayet medeni bir şekilde kayanın üstünde deniz manzarasının keyfini çıkarır gibi görünen makağın elmayı, armudu görünce kontrolden çıkmasına şahidim. Bir sabah ise oturduğumuz siteyi maymunlar bastı, cam-kapı açıksa dalıveriyorlar içeri. Fıstık, meyve, ne buluyorlarsa talan ediyorlar. Öyle vakitlerde göz temasından kaçınmak ve çok fazla hareket etmemek gerekiyormuş.
Bir hafta kalıp bu kadar maymunla haşır neşir olan ikinci bir turist var mıdır onu da bilmem. Sanırım maymunları kendime çekiyorum, vaktiyle ıstanbul’un Acıbadem semtinde dahi yolda yürürken sırtıma bir maymunun tırmanmışlığı vardır.
Son olarak şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Malay dilinde geçmiş zaman kipi yok, daha doğrusu bizdeki biçimde değil, o sebeple ıngilizceyi de o mantıkla konuşuyorlar... Buna alışmak epey vakit aldı. Mesela ortalama bir ıngilizce bilgisine sahip Malezyalı kardeşim, “Yemek yedin” diyecekse eğer, “You ate” değil, “You eat already” diyor. Biz de kızlarla bu konunun suyunu çıkardık galiba artık kendi aramızda konuşurken de, msn’de yazışırken de, ilgili ilgisiz her yerde, her cümlenin sonuna “olredi” koyuyoruz, neşeyle doluyoruz.
Evet sevgili seyahatperver Habitus okuru, üzülerek “uzaklar” konusunu burada kapatıyorum lakin şimdi sıra “bizim uzaklar”a geldi. Siz bu satırları okurken ben Bodrum Gümüşlük’te, kulağımda kulaklık, pazartesi günü okuyacağınız röportajı çözüyor olacağım. Yok yahu tatil değil, daha sezon bile açılmadı, röportaj yapacağım kişinin evi orada. Kendisini yerinde ziyaret etmeye karar verdim. Tahmin edin kim? Hayatta söylemem. Çok gizli. Pazartesiyi bekleyiniz efendim!