Paylaş
Öğretmenler Günü söz konusu olduğunda hep iyi dilekler iletilir ya... Geçmişte kötü muamele gördüğü, derin ve kötü izler bırakan öğretmenlerden kimse bahsetmez pek...
Bu defa, hayatımızdan güzellikle, iyilikle geçmiş ve tatlı anılara sahip değerli öğretmenlerin hikayeleri kadar “madalyonun öteki yüzü” ile de karşılaştık. Sosyal medyada neredeyse sayamayacağım kadar çok kişinin tatsız öyküsüne rastladım. Bu hatıralarda başroller öğretmenler ama konular Kemalettin Tuğcu öyküleri tadında...
Neler yok ki... En sevdiği öğrencilerin listesini yapandan zenginlerin mal varlıklarını sıralayanlara, minik parmaklara cam cetvelle vuranına kadar pek çok acı hatıra...
Eskiden dinamikler farklıydı, çocuk yetiştirme kodları bugünkülere pek benzemiyordu, tamam, fakat yine de “Ne acayip işler yapmışlar arkadaş!” dedirtiyor pek çoğu...
Öğrencilerin zekasını aşağılayanları, onları birbirleriyle karşılaştırarak yarıştıranları, psikolojik şiddet uygulayanları ben de hatırlıyorum. Tabii konu “öğretmen” olduğunda insan bunları değil, güzel anıları, mutlulukları, bizde emeği geçen değerli eğitimcileri hatırlamak istiyor ama her ne kadar hafızalarda geriye itmek istesek de kötü hatıralar illa kendini hissettiriyor.
Travma yaratan öğretmenlerimiz, acaba ne yaptıklarının farkındalar mıydı? Zannetmiyorum. Muhtemelen, o dönem, kendi pencerelerinden görünen doğruları uyguluyor ve bunda bir acayiplik görmüyorlardı...
Tabii insan anneyi, babayı ve öğretmenini küçücük aklında “şahane ötesi örnek insan” olarak kodladığı için en çok onlardan gelen adaletsizlikler, hayal kırıklıkları yaraladı ve iz bıraktı bizde...
İşte o noktada insan galiba güzel anılara ve güzel hatıralar bırakmış olanlara, o çok kullanılan ifade ile “Bizi bugünlere getiren öğretmenlerimize” sığınıyor...
Şu durumda ve şu yaşta bize düşen de galiba istisnasız hepsinin Öğretmenler Günü’nü kutlamak... Belki de onların yarattığı travmaları iyileştirmeye çalışırken olgunlaşmışızdır, kim bilir...
Dünyadan kopmak mı?
Tüm duyulara hitap ettiği söylenen, giden insanların onlarda uyandırdığı hisleri anlatmakta zorlandığı şovları, sürprizlerinin kaçmaması için önden çok araştırmıyorum.
Fuerza Bruta’ya da “Tüm dünya şehirlerini dolaşmış, milyonlarca insanın karşısına çıkmış ve yıllardır süren, provokatif ve sürprizli bir post modern tiyatro”dan fazlasını öğrenmeden gittim, bilinçli olarak. Yani ne ile karşılaşacağımı bilmeden...
İtiraf edeyim, Youtube’da videolarını izlesem veya akışa/konuya az çok hakim olsam pek etkilenmezdim, zira böyle şovların akışını öğrenmek, 6. His’te Bruce Willis’in canlandırdığı karakterin aslında ölü olduğunu bilmeye benziyor.
O sebeple çok ipucu vermeden “Gidin, görün, çok etkileneceksiniz” diyeceğim.
Önce uyarılarımı yapayım: Şov başlamadan acil çıkışların nerede olduğuna dair bir anons yapılıyor. Klostrofobiklere, yüksek sesli ortamlarla iyi anlaşamayanlara, bir saatten fazla ayakta duramayanlara göre bir gösteri olduğunu söyleyemem.
Sürprizli, yüksek volümlü (akciğerlerim bir ara göğüs kafesimden fırladı, en azından ben öyle hissettim!), rüzgarlı, ıslak, beklenmedik, coşkulu; kısacası 80 dakika hayattan koptuğum ve bu kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım gösterişli bir şov izledim.
Gösterinin önceki hafta yapılan galasından gelir ÇABA Derneği tarafından yeni ÇABA ÇAM’lar (Çok Amaçlı Erken Eğitim Merkezi) açmak üzere değerlendirildi.
Bu hafta sonu, yani bugün ve yarın 4 gösteri daha var, henüz kaçırmış değilsiniz. Hatta dünyadan tamamen kopmak için Fuerza Bruta’yı deneyimleyin, ardından sinemada Arrival’ı görün, bir süre kendinize gelemeyeceğinizi garanti ediyorum.
Paylaş