Ayıp kelimeler

Son zamanlarda kalabalık bir yerde birine “Tuvalet nerede?” diye sordunuz mu?

Haberin Devamı

Eğer sözünüzü “lavabo” olarak düzeltmedilerse şanslısınız demektir.
Tuvalete gitmek istediğinizde, sanki dünyanın en ayıp kelimesini söylemiş veya küfür
etmişsiniz gibi “Leveböyü mü sordunuz?” diye düzeltiyorlar. Lavabo, el yıkanan yer manasında katılmış dilimize. Tuvalet, yani ihtiyaç giderme mekanı olarak ise Fransızca’dan “toilette” kelimesi dönüşmüş ve Türkçe’ye girmiş.
Tuvaletin eş anlamlıları bakın neler: Abdesthane, aralık, ayakyolu, yüznumara, hacet yeri, hela, kenef, memişhane, kademhane...
Seçin beğenin, kelime çok! Tuvalet kaba bir söz de değil ama “Tuvalet nerede?” diye soranlara sanki “Hela nerede?” demiş veya “Pardon, işeyeceğim de” gibi gereksiz bir bilgi vermiş muamelesi yapılıyor, “Leveböyü mü sordunuz?” diye düzeltilerek...
İnsanlar gerçekten ellerini yıkayacakları lavaboyu değil, ihtiyaçlarını giderecekleri tuvaleti soruyorlar. Bu da ayıp değil.
Bakınız TDK diyor ki: “Lavabo; üzerinde su muslukları bulunan, porselen, emaye, sac vb’den yapılmış, el, yüz, bulaşık yıkamaya yarar, çukur yer veya eşya.”
Tuvalet ayıp veya kaba bir kelime olmamasına rağmen, bu kelime de “kadın” kelimesiyle aynı kaderi paylaşır oldu. Biliyorsunuz “kadın” demeye utananların en sevdiği kelime “bağğğyan”.
Ha, mesela “Bayan Yılmaz”, “Bayan Seferoğlu” diye kullanıldığında, yani soy ismin önüne gelerek bir saygı sözü anlamında söylendiğinde mesele yok.
Gerçi bu tür hitap da pek yaygın değil, genelde daha “kibar” bir kullanım olarak, saygıdeğer, kibar beyefendiler bizlere “Honföndöö” diye böğürerek seslenmeyi veya “Bağğyan” demeyi tercih ediyorlar ancak “bayan” kelimesinin en doğru kullanımı, pek yaygın olmasa da, soy isimden önce.
Tuvalet ayıp veya kaba değil, kadın kelimesi ayıp veya kaba değil, neden ısrarla bunların yerine aynı anlama gelecek kelime bulmaya çabalıyoruz?

 

Güzel İzmir!

Haberin Devamı

Geçen pazar, köşe komşum Yonca Tokbaş ile İzmir’deki World Run’da koşamayanlar için koştuk. Türkiye’de 8005, dünyada 130 binden fazla kişi, 6.6 milyon Euro’luk bir bağışın toplanmasına vesile oldu. Bu bağışın tamamı omurilik zedelenmesi tedavisi araştırmalarına harcanacak.
Bu koşu için benim kişisel hedefim yarı maraton mesafesini, yani 21’i tamamlamaktı fakat 2 buçuk saat sonra, 19 kilometrede paydos dedim. Yavaş yavaş bir uzun mesafe koşucusuna dönüşmenin ilk mutluluğunu yaşadım bu koşuda. Biraz dağıldım ama size bunun nasıl bir tatmin ve zindelik duygusu yaşattığını anlatamam.
Pazartesi günü bile “Acaba koşsam mı?” diye geçirdim içimden ancak kasların toparlanması için biraz zaman tanımam gerekiyordu. İnsan yerinden kalkıp biraz hareket etmeye başlamadıkça, bu durumun kendinde yaratacağı farkı anlayamıyor. 3 senede, sürekli oturan bir insandan, yerinde duramayan ve enerji seviyesi kolay kolay düşmeyen bir insana dönüştüm. Düşünün artık, 19’luk koşunun ertesi günü bile “Acaba koşsam mı?” diye düşünüyorum!
Hipoglisemi rahatsızlığımı öğrenmek, buna göre beslenmek ve her gün hareket etmek benim hayatımı değiştirdi, bunları size yazıyorum ki yerinizden kalkmak için bir sebebiniz olsun; bakınız, ben ayaklı kanıtıyım.
Vücudunuzun neye ihtiyacı olduğunu öğrenerek buna göre yemek ve çok sevdiğiniz bir spor dalı bularak düzenli olarak hareket etmek hayatınızı değiştirecek.
Ne yazık ki bu konuları sırf kilo vermemiz gerektiğinde düşünür oluyoruz, oysa bu bir yaşam biçimi olmalı. Zaman olmaması, üşenmek, mekan sıkıntısı yaşamak... Bunların hepsi bahane. Zaten bir kere rayına oturduğu zaman, ne üşeniyorsunuz, ne de türlü bahaneler üretiyorsunuz. Elinizin altında doğru beslenmenizi sağlayacak yiyecekler bulunduruyor, spor yapmadığınızda kendinizi kötü hissediyorsunuz, üşengeçlik ortadan kalkıyor.
Sözün kısası, doğru beslenme ve spor olduğunda, sırtı yere gelmez bir insana dönüşüyorsunuz.
Hâlâ yerinden kalkmayanları kaldırana kadar bu konuların altını çizmeye devam edeceğim.
“BAYAN” Rottenmeier’lık bizim işimiz...

 

Yazarın Tüm Yazıları