Son üç aydır birbiri ardına yaşadığımız kayıplara bakınca… Mehmet Ali Birand, Ferdi Özbeğen, Tekin Akmansoy, Müslüm Gürses, Metin Kaçan, Burhan Doğançay, Toktamış Ateş, Ahmet Mete Işıkara, Şenay, Savaş Akova, Enver Ören, Alev Sururi, Osman Gidişoğlu…
Bu isimlerin yanı sıra kendi yakınlarımızın aramızdan ayrılışı…
İç acıtıcı.
Yürek kanatıcı.
Can yakıcı.
Geri dönüşü olmayan bu gidişlerin ardından bakakalmak…
Eli kolu bağlı kalmak…
Çaresizliğin dibini boylamak…
Müziği dinleyip, sessizce bekler misiniz?
Kendinizi ya da geçmişinizi mi düşünür müsünüz, gözlerinizi kapatıp?
Yoksa…
Söylenir misiniz?
Homurdanır mısınız?
Oyun neden başlamıyor diye…
Hakkınızı arar mısınız?
Ya da başka…
Siz bakmayın onun bunun dediğine.
Tecrübeye.
Yeteneğe.
İç güzelliğine…
Onlar da neymiş?
Tek bir gerçek var.
Başarının kapısını açan tek anahtar.
Güzellik!
Erkekler ne için para kazanır?
Ne için futbol oynar?
Ne için arabanın, saatin, telefonun ve birçok şeyin en iyisini, en pahalısını alır?
Kadınlar için.
Düşünün, kadınlar olmasa!
Bir erkek başka bir erkeği neden öldürür?
Yanındaki kadına bakılıyor diye.
Neden telefon alır?
Oysa sevginin, aşkın bir güne sığmayacağı, bu yoğun duyguların tek günle yaşanmayacağı, tek günle ödüllendirilemeyeceği hepimizin bildiği bir gerçek.
Tıpkı aşkın başlangıcındaki anlatılmaz heyecanlar, bitişindeki dibe çeken hüzünler kadar…
Bunu hangimiz inkar edebiliriz?
Sevginin, aşkın daha da pekiştirildiği sanılan, yapay hediye dayatma günü olan 14 Şubat'a inat; aşk her gün, her an dolu dolu yaşanmalı. Hayat savaşını kazanmak için onun sevgisini kuşanmalı. Ki galip gelebilelim bu maratonda.
Sevgiliye her bakışınızda içiniz erimeli, onunla beraberken yıldızlar ayaklarınızın altına serilmeli.
Öyle bir tutkuyla yaşanmalı ki…
Yaşanan her gün için sevgiliye gönlünüzden kopan duyguları hediye ederek, ona kalbinizden çıkan özel bir isimle hitap ederek…
Her zamanki gibi uyanacağım.
Çok şık değil, her zamanki gibi güzel bir şekilde giyineceğim.
İşlerime, yazıya, röportaja, okumaya vereceğim kendimi.
Arada nefes almak için, tenime değmesi için pencereyi açıp güneşe gülümseyeceğim.
Kadınlar dövülüyor.
Eşleri bunun onların en doğal hakkıymış gibi şiddeti normal görüyor.
Kadınlar ölüyor.
Katilleri hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyor.
Doğru mudur hüznün kalın, melankolinin ince olduğu?
Doğru mudur umutlarımızın çiğ ile ıslanması gerektiği?
Doğrudur, kalplerin sevgisizlikten, ruhların değer görmemekten solduğu.
Doğrudur, insanların idealleri ve inandıkları uğruna mücadele etmesi gerektiği.
Hayatın bize getirdiklerinin paydasındaki seçimlerimizdir, yaşamdaki hangi payı nasıl ve ne büyüklükte aldığımızın.
O seçimlerimiz ki…
Bizi bazen bulutlara uçuran…
Bazen dibe vuran…