Sınırları içinde dünyanın en gelişmiş uygarlıklarından Hititlileri barındırmış olan Çorum, leblebisiyle, lezzetli mutfağıyla diğer şehirlerden gelecek gezginleri ağırlamak istiyor.
Bu bahar yolculukları insanın aklını başından alıyor. Çiçeklenmiş ağaçlar, yeşillenmiş tarlalar, daha gür akan ırmaklar, dereler, rengarenk çiçekler, masmavi gökyüzünde koşuşturan pamuk benzeri bulutlar, tüm bu şenliğe ışık tutan güneş... Bahar bu yıl çok mu erken geldi, yoksa arkasında soğuk günleri saklayan yalancı baharı mı yaşıyoruz? Bir yandan bahara seviniyorum, öte yandan yağmayan yağmurun çağrıştırdığı kurak yazı düşünüp endişeleniyorum. Ruhum güneş, aklım kar istiyor. Anadolu bu yıl kardan nasibini aldı. Benim derdim yaşadığım kent İstanbul’la. Barajlarda su yarıdan aşağıda, görünürde ne yağmur var ne de kar.
Tüm bunlar arabanın penceresinden ve aklımın bir kenarından akıp giderken Çorum’a doğru yol alıyordum. Bugüne kadar hiç gitmediğim bir kentti Çorum. Hakkında çok şey bilmiyordum. Karadeniz’in İç Anadolu’ya açılan kapısı, bende ilk olarak leblebiyi çağrıştırıyordu. Çorum demek leblebi demekti. Aslında yanı başındaki Osmancık’ta Türkiye’nin en lezzetli pirinci üretiliyordu. Yine ilçelerinden Kargı’da, bence dünyanın en lezzetli tulum peyniri yapılıyordu. Tabii Kargı’nın pirincini, bamyasını, sırık kebabını da unutmamak gerekiyordu.
Mısır’la birlikte dünyanın en büyük iki uygarlığından biri olan Hititler, Çorum’un sınırları içinde yer almıştı. Bilim adamı ve yazar John Freely, "Türkiye Uygarlık Rehberi"nde burayla ilgili şöyle yazmıştı: "Hattuşaş ve onun başkenti olduğu büyük imparatorluğun keşfi, arkeoloji tarihinin en önemli olaylarından biri kabul ediliyor. Yüzyıl kadar önce Hititler’den kimsenin haberi yoktu. Sadece Eski Ahit’te birkaç gönderme vardı. Vaat Edilmiş Topraklar’a gelen İsraillilerin Filistin’de bulduğu kabilelerin arasında onların da adı geçiyordu..."
Hititlilerin başkenti Hattuşaş’ı, Alacahöyük’ü görmeye gelenler, nedense Çorum’a kadar yollarını uzatmadan, gerisin geri Ankara’ya dönüyordu. Yani sınırları içindeki tarihi hazine, Çorum’a pek yarar sağlamıyordu. Çorum adı nereden geliyordu? Mahmut Selim Gürsel’in yazdığı "Çorum" kitabında birçok olasılıktan bahsediliyordu. Benim aklıma en yatanı, Türkleşme döneminde Çorumlu oymağının buraya yerleştirilmesinden sonra kentin bu adı aldığı oldu.
Evliya Çelebi "Seyahatname"sinde en uzun anlatımlardan birini Çorum ve ilçelerine ayırmıştı. Şehrin 42 mahalle ve 42 mihraptan oluştuğunu, 4300 tane bağlı bahçeli ev bulunduğunu belirten Çelebi gözlemlerini şöyle anlatmıştı: "Abu havasının letafetinden halkın yüzleri kırmızı olup orta boylu, cesim adamları olur. Güzelleri çoktur. Halkı ekseriya çuha giyer. Kadınları beyaz örtüye bürünürler. Kışı şiddetli olduğu halde bağ ve bahçeleri çoktur..."
GEÇMİŞTEN GÖRÜNTÜLER
Çorum’a genişçe bir caddeden girdim. Yolun iki yanına alt katları işyeri olan binalar sıralanmıştı. Geçmişe ait hiçbir görüntü gözüme çarpmadı. Sadece yan yana dizilmiş leblebi satan dükkanlar Çorum’da olduğumu hatırlatıyordu. Leblebiciler öylesine çoktu ki, kent halkının ne kadar leblebi tükettiğini merak ettim. Biraz daha ilerleyince karşıma bir saat kulesi çıktı. Hürriyet Meydanı’ndaki bu kule, Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yıldönümünde valilere gönderilen "şehrinize saat kulesi yapınız" fermanı üstüne, Çorumlu Yedi Sekiz Hacı Hasan Paşa tarafından 1894’te yapılmıştı. 28 metre yüksekliğindeki saatin çanı öylesine kuvvetli çalıyordu ki, halk bu nedenle saat kulesine "Çan Saati" adını takmıştı.
Aslında buraya Çorum mutfağının tadına bakmak için gelmiştim. Ama yemeklerin tadına varabilmek için önce Çorum kentini tanımam gerektiğinin farkındaydım. Otelimin adı Anitta’ydı. Bu ismin sahibi, Kuşhare kentinin kralı Anitta’ydı. Bu kral Hattuşaş’ı işgal etmiş, kentte taş üstünde taş bırakmamıştı. Hatta, "Benden sonra kim kral olur ve Hattuşaş’ı yeniden imar ederse fırtına tanrısı onu kahretsin" diye beddua etmişti. Kral Anitta’yı bu kadar öfkelendiren nedeni elime geçen kaynaklarda bulamadım.
ÇEŞİT ÇEŞİT LEBLEBİ
Lezzet yolculuğuna bir leblebici dükkanında başladım. İlk sorum, "Neden sizin leblebiniz çok lezzetli?" oldu. Yanıt kısaydı: "İyi nohut kullanırız, kavurmasını da iyi biliriz." Sonra nohudun Balıkesir’den getirildiğini, çünkü o yörenin mahsulünün daha iri olduğunu belirtti. Leblebinin asıl tadını veren işlemin son kavurma olduğunu, bu işi Türkiye’de en iyi Çorumlu leblebicilerin yaptığını belirtti. Leblebi deyince aklıma sarısıyla beyazı geliyordu. Ama Çorum’da çeşit bollaşmıştı: Acılısı, çikolatalısı, tuzlusu, karanfillisi, şekerlisi...
Çorum Anadolu Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi Mutfak Bölümü öğretmeni Asuman Albayrak leblebiyi mutfağa da sokmuştu. Onun, öğrencileriyle birlikte yaptığı kremalı leblebi çorbası ve leblebili içli köfte, gerçekten de lezzetli denemeler olmuştu.
Leblebiciden çıktıktan sonra Karakeçili Mahallesi’ndeki Katipler Konağı’na (364-224 9551) gittim. Burası, mönüsünde yöre yemekleri bulunduran ender lezzet duraklarından biriydi. Konağın mutfağına girip bir şölen yemeği olan İskilip Dolması’nın yapılışını izledim. Yapılması da, anlatması da zor bu yemek büyük kazanlarda pişiyordu. Kazanın altına et döşeniyor, üstüne biraz su konuyordu. Sonra kazanın içine bir sacayağı yerleştiriliyordu. Bunun üstüne ise bir tahta konuyordu. Daha önceden pişirilmiş pilav, ıslak bir torbaya doldurulup bu tahtanın üstüne yerleştiriliyor, sonra kapak kapanıyor, etrafı hamurla sıvanıyordu. Yemek kısık ateşte 5-6 saat pişiyordu. Pilav akçeltik pirincinden yapılıyordu. Çünkü sadece bu pirinç, bu kadar uzun pişmeye dayanabiliyordu. Eğer Çorum’a gittiğinizde bu zahmetli yemekten yemek istiyorsanız, konağa telefon edip sipariş etmeniz gerekiyor.
Çorum’daki diğer bir lezzet durağı da, Samsun yolu üstündeki Hancılar Restorandı (364- 245 9137). Burada mönü ızgara et ağırlıklıydı. Üçüncü durağım ise Salim Bey Konağı (364- 224 1909) oldu. Azapahmet sokağındaki bu konak gerçekten de çok lezzetli yöre yemeklerini sunuyordu. Özellikle Kafkasya asıllı hingel, keşkek ve bumbar dolması, insanın damağını şenlendiriyordu. Hingel büyükçe bir mantıyı andırıyordu. Çiğ kıyma, ince kıyılmış soğan, dövülmüş sarmısak ve maydanozla yapılan iç, yuvarlak kesilen hamurun üstüne konuyor ve hamur bir bohça gibi katlanıyordu. Katlamayı yapan kadınlar, kat yerine desen yapmayı da ihmal etmiyorlardı. Sade suda haşlanan hingel, süzülerek tabağa alındıktan sonra, üstüne eritilmiş tereyağı dökülerek servis ediliyordu. Eğer isteyen olursa yoğurt da konuyordu. Ben hem yoğurtlusunun hem de orijinal hali olan yoğurtsuzunun tadına baktım. Oyumu yoğurtsuzdan yana kullandım.
Konağın tatlıları da çok ünlüydü. Bembeyaz has baklava, yumruk büyüklüğündeki sıkma baklava insanı baştan çıkartıyordu. Çorum’a gidince Çorum yemekleri yenir. Eğer yolunuz düşerse, hem Katipler Konağı’nda hem de Salim Bey Konağı’nda bu zengin mutfağın lezzeti hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Ama gitmeden önce telefon ederseniz bu zahmetli yemeklerin pişmesine süre tanımış olursunuz.
ÇORUM’UN LEZZETLERİ
Çorum mutfağında hem çeşit boldu hem de lezzet doruklara tırmanmıştı. Yemeklerin isimleri bile ağız sulandıran cinstendi: Çatalaşı, Çiğdem aşı, Sakala Çarpan çorbası, katmer, tepsi mantısı, su böreği, keşkek, İskilip dolması, sırık kebabı, helise, ayvalı yahni, yoğurmaç, ak pekmez, baklava, gülburma, sıkma baklava, karaçuval helvası, teltel... Ama ne yazık ki bu muhteşem yemekleri bir, iki restoran dışında mönülerde bulmak neredeyse olanaksızdı.
Eski evler nerede?
Hızlı şehir turuma Ulu Cami ile başladım. Selçuklu Sultanı III. Alaattin Keykubat zamanında (1306) inşa edilen caminin maun ağacından yapılmış minberi, ağaç işçiliğinin en özgün örneklerindendi. Bu şaheseri Davud oğlu Ahmet yapmış, yerine ise Ankaralı usta marangoz Abdullah oğlu Hamid kurmuştu. Minberi hayranlıkla seyrederken, Ahmet ve Hamit ustaları düşündüm. Bu tahtaları birbirine tuttururken, yedi asır sonra camiye gelen birisinin kendilerini hatırlayacağı hiç akıllarına gelmiş miydi acaba?
Daha sonra dar sokaklarda kentin eski mimarisinin peşine düştüm. Bu konuda düş kırıklığına uğradığımı belirtmem gerekiyor. Çünkü o eski evlerin çoğunun yok olduğunu gördüm. Gerek belediyenin, gerekse yeni sahiplerinin onarttığı birkaç konak, Çorum’un bir zamanlar daha estetik bir kent olduğunu gösteriyordu. Çorum’un en güzel binasında ise müze yer alıyordu. Salonlarda sergilenen eserler, Çorum’un hayranlık uyandıracak geçmişini gözler önüne seriyordu.