Paylaş
Bence her çiçeğin olduğu gibi her içkinin de bir mevsimi var. Örneğin, konyak soğuk kış günlerine yakışır. Rakı her mevsimin içkisidir ama yaz akşamlarında tadı daha bir başka. Kırmızı şarabın tadı serin günlerde çıkar. Güneşli günlerdeyse kararında soğutulmuş beyazlar ve pembe şaraplar kadehleri buğulandırır. Bira da sıcak günlerin sevgilisi. Kokteyller, yaz günlerinin renkli kızları gibi. Sıcak bir günün akşamında, soğuk bir margarita, Martini, negroni veya bol buzlu cin tonikle yorgunluğunuzdan sıyrılıp, yaşamı daha da keyiflendirdiğinizi düşünün...
Benim için yaz günlerinin güzeli cin tonik. Bol buzlu, az tonikli ve buram buram kokan Bodrum mandalinasıyla tatlandırılmış cinin tadına doyum olur mu?
MAJESTELERİNİN FAVORİSİ
Cin ‘asil içki’ diye tanımlanır. Bunun nedeni, İngiltere sarayının vazgeçilmez içkisi olmasından. Saray yaşamını yazanlar, Kraliçe Elizabeth’in her gün saat 12.00’de cin ve Dubonnet şarabı karışımından oluşan bir aperitif içtiğini dem vuruyor. Kraliçe de bu alışkanlığı annesinden devralmış. Ana kraliçenin, neredeyse ölümüne kadar yüzde 30 oranında Dubonnet ve yüzde 70 oranında da cinden oluşan aperitif içtiğini belirten biyografi yazarları, Elizabeth’in karışımının oranını nedense açıklamamışlar.
BİZDE PAVYON İÇKİSİ
Benim cinle tanışmam gençlik yıllarıma dayanıyor. Ama o yıllarda tanıştığım içki cin tonik değil, ‘cin fizz’.... Cin, limon suyu, pudra şekeri ve sodayla yapılan bu kokteyl, içimi kolay olduğu için o yıllardaki ev partilerinin en favori içkisiydi. İçine konan pudra şekeri yüzünden insanı çabuk sarhoş eder, yerlerde süründürürdü.
1900-1940 arasında Amerika’nın en sevilen içkisi olan cin fizz’in doğum yeri, cazın başkenti New Orleans. Bu kentte kokteylin içine, yumurta akı da ilave edilir. Buyrun size ‘silver fizz’... Yok yumurtanın akını değil, sarısını koyarsanız adı ‘golden fizz’, yumurtanın tümünü eklerseniz ‘royal fizz’ olur.
Bizde cin fizz nedense pavyonla özdeş. Konsomatris, müşteriyle masaya oturunca iki cin fizz ister. Müşteriye adi bir alkolle yapılmış, sodası, limonu, şekeri bol bir içki gelir. Kadının önüne gelenin içindeyse alkol yoktur. Müşteri o ortamda ne içtiğini anlamaz. Kadehler dolup boşalır. Sonunda müşteriyi ‘cin çarpar’, cebinde ne kadar parası varsa pavyona bırakıp evinin yolunu tutar.
Tekrar asıl konumuz cine dönecek olursak ilginç bilgilerle karşılaşırız. Cin adını, ardıç meyvesi anlamına gelen ‘Genievre’ sözcüğünden alıyor. Her sözcüğü kısaltmayı seven İngilizler, bunu da kısaltıp içkiye cin adını takmışlar. Aslında en başa dönersek cin dünyaya gözünü, bir içki olarak değil de ilaç olarak açmış. Hollanda’nın Leiden kenti üniversitesinde tıp profesörü olan Franciscus Sylvius, ardıç meyvelerini alkolle damıtarak idrar söktürücü bir ilaç icat etmiş. İşte bu ilaç, cinin atası. Cin içenlerin hâlâ tuvaleti çok ziyaret etmesi bundan. Cin 17. yüzyılda, safrakesesi taşını düşürmekten gut hastalığının tedavisine kadar birçok hastalığın tedavisinde de kullanılan sihirli bir ilaç haline gelmiş.
TONİKLE HİNDİSTAN’DA VUSLAT
Söylediğim gibi, cin Hollanda kökenli bir içki ama İngilizlerin milli içkisi olarak biliniyor. Buna da, İngiltere’yi işgal edip, kendini İngiltere kralı ilan eden William of Orange sebep olmuş. Kral, işgalden sonra diğer içkilere ağır vergiler koyarken, Hollanda’da üretilen cini bu vergilerin dışında tutmuş. Bunun üzerine İngiltere ‘cinkolik’ bir ülkeye dönüşmüş, evlerin çoğunda cin damıtılmaya başlanmış, sokaklarda ayık insan kalmamış. ‘Cin evi’ adı verilen barlar, günün her saati dolup taşmış. Bunun üzerine cin de yasak listesine alınmış, onun yerine birayı moda etme çalışmaları başlamış. Cinin büyük aşkı tonikle vuslatıysa Hindistan’da gerçekleşmiş. O dönemde İngiltere’nin sömürgesi olan Hindistan’da, sıtma hastalığı İngiliz askerlerini kırıp geçirmeye başlayınca, doktorlar çareyi tonikli kininde aramışlar. Ama kininin tadı malum. Zehir gibi acı kinini askerler içmeyince imdada cin yetişmiş, cinle birleşen kininli toniğin tadı da herkesin hoşuna gitmiş. O günden sonra da bu ikili hiç ayrılmamış, böylelikle dünyanın en lezzetli birlikteliği ortaya çıkmış.
Amerika’daki cin çılgınlığıysa, içki yasağı yıllarına rastlıyor. O yıllarda evlerin banyoları birer cin imalathanesine dönüşmüş. Ardıç meyvesini, küvetlerin içinde ham alkolde bekleten amatör üreticiler, bunu süzüp şişeleyerek el altından
piyasaya sürmüşler. ‘Küvet cini’ olarak bilinen bu içkinin çok kötü bir tadı olduğu için, meyve suları devreye girmiş ve birçok ünlü kokteylin doğumu gerçekleşmiş.
Votka renksiz bir hiçlikse cin aromalı bir gerçek
Gelelim bu kadar laf ettiğimiz cinin nasıl yapıldığına: Mayalandırılmış arpa maltından elde edilen alkolün, ardıç meyvesiyle birlikte damıtılmasından elde edilen cin, farklı bitkilerle aromalandırılıyor. Bu bitkilerin başında meyankökü, limon ve portakal kabuğu, süsen otu kökü, tarçın, kimyon, kişniş, kakule, anason, rezene geliyor. Firmalar arasındaki lezzet farkı da bu aromaların kullanımından, miktarlarından kaynaklanıyor.
Her markanın formülü gizli. Mavi şişenin içinde sunulan Bombay Sapphire, 1761’den beri aynı formülle üretiliyor. Gordon’s cinin formülüyse tam 250 yıl öncesine ait ve bu gizli formülü sadece 11 kişi biliyor.
Dünyanın en ünlü cinleri (bence) şöyle sıralanabilir: London Dry Cin, Gordon’s, Beefeater, Tanqueray, Gilbeys, Bombay Sapphire, Seagroms, Hope’s Dry Cin, Plymouths, Booth’s, Nicholson, Robinson.
Bunlar arasında Tanqueray 47 derece alkol içeriyor. Bu cini içerken içine diğer cinlere koyduğum tonik miktarının iki mislini koyuyorum. O zaman içindeki aromalar daha ön plana çıkıyor. Acımtırak portakal aromaları içeren Beefeater ve içinde 15 ayrı baharat bulunan Bombay Sapphire’in hakkıysa üçte bir oranında tonik.
Cin sık sık votkayla kıyaslanıyor ama bu büyük bir hata. Çünkü votka renksiz bir hiçliktir. Cinse aromalarıyla insanın aklını başından alan bir gerçek.... Son söz olarak: Cin kolay içimli bir içki olduğu için çok dikkatli olmak gerek. Yoksa insanı ‘cin çarpmışa’ döndürür. Aklınızda bulunsun.
Paylaş