DEPREMDEN sonra ortaya çıkan çadır sıkıntısının bir nedeni dağıtımdaki organizasyon bozukluğu ise, diğer nedeni de aslında hiç ihtiyacı olmamasına rağmen korkudan evlerine giremedikleri için çadır talep edenler olduğu açık.
Dün gazetelerde bununla ilgili çarpıcı bir fotoğraf vardı. Erciş’te 20 kişinin öldüğü Sevgi Apartmanı’nın müteahhidi üç katlı, bahçe içinde bir villada oturuyor. Fotoğraflardan anlaşıldığı kadarıyla ev de sapasağlam ayakta duruyor, camı bile kırılmamış. Ama bahçesinde Kızılay’ın dağıttığı çadırlardan iki tane kurmuş, orada yaşıyor. Çadırların önünde de iki lüks otomobil park edilmiş durumda. Çok daha kötü şartlardaki insanlar üç-beş aile başlarını sokacak bir çadır bulamazken iki çadır birden alabilmiş. Ne de olsa “gemisini yürüten kaptan” ülkesinde yaşıyor, başkalarına ne olduğu umurunda mı? Yıkılan apartman için de kendisinin sorumlu olmadığını, inşaatları kontrol etmesi gerekenlerin sorumlu olduğunu söylüyor. Öyle görünüyor ki bu depremin Veli Göçer’i de bu şahıs olacak.
Dilerim ki sadece öfkeyle söylemedi
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, “Gecekonduları, kaçak yapıları sormadan kamulaştıracağız. Oy verirmiş, vermezmiş dinlemeyeceğiz, yıkacağız” dedi. Başbakan’ı bu sözleri için kutluyorum. Çünkü Türkiye’de bugüne kadar, bunca olanağa rağmen bazı işler bir türlü düzelmiyorsa, bunun nedeni popülist siyaset yapma alışkanlığıdır. Bir program ile iktidara gelen siyasetçinin iş icraata gelince, iki ileri bir geri yapmasının nedeni bu oy korkusudur. Oysa siyaset sorunlara çözüm bulmak için yapılır, bizdeki gibi laf yarıştırmak için değil. Başbakan, İstanbul’a Belediye Başkanı olduğu günden beri bu sorunu biliyordu. Körfez Depremi’nden sonra öğrendiğimiz en önemli hususlardan biri de İstanbul’u büyük bir depremin beklediğidir. O tarihten beri İstanbul’da olası bir depremde kaç binanın yıkılacağını biliyoruz. Bunların hangi semtlerde olduğunu, sokak sokak, kapı numarasıyla biliyoruz üstelik. Bu binaların boşaltılması, yıkılması, insanların güvenli zeminlerde yeni yapılacak mahallelere taşınması gerekiyor ama daha bir arpa boyu bile yol gidemedik. Başbakan hepimiz gibi üzüntülü ve öfkeli. Dilerim ki bu sözü sadece bir öfkenin değil, kararlı bir siyasi duruşun da ifadesi olsun. Unutmayalım, İstanbul yıkılırsa Türkiye de o enkazın altında kalır.
Eski tas eski hamam
İSTANBUL’da emniyet şeridini tıkayan uyanıklar yüzünden zamanında sağlık yardımı alamayan dokuz kişi öldü. Ve bu olayın üzerinden sadece bir hafta geçti. Emniyet şeridini tıkamanın nelere mal olacağını anlatan bu kadar gazete haberi, köşe yazısı, televizyon programına rağmen, İstanbul’da değişen hiçbir şey yok. Her akşam ve her sabah, TEM’de gazeteye gidip gelirken aynı manzarayı görüyorum. Bir kişi, iki kişi de değiller üstelik. Her gün en az yüz tane araç görüyorum, yüz milyarlık lüks otolar da var içlerinde, küçük ticari araçlar da, eskilikten dökülmek üzere olanlar da, kamyonlar ve otobüsler de! Belli ki sorun gelir durumuyla da ilgili değil, eğitim düzeyiyle de. Sorunumuz sadece kendisini düşünen insanlar. Herkes şeridinde gitmeye çalışırken, başkalarını enayi yerine koyup, emniyet şeridini kullanıyorlar. “Hadi bunlar sorumsuz vatandaşlar, yakalanınca ceza ödüyorlar” deyip geçsek bile daha vahimi bu şeride hiç girmemesi gereken kamu araçları da var. Otoyoldaki emniyet şeridi, mavi lamba yakmış koruma otomobilleri, polis araçları ve “büyük baş”lar kolayca geçip gitsinler diye yapılmıyor. Emniyet şeridi, adı üzerinde “emniyet” şeridi! Bu şeridi sadece bir kazaya ya da olaya müdahale etmek için göreve giden araçlar kullanabilir, başkası değil!
Sarıkamış’tan kaza açıklaması
SARIKAMIŞ ’ta ehliyetsiz sürücünün, 17 kişilik servis minibüsüne 30 öğrenci aldıktan sonra yaptığı kazada dört çocuk öldü. Ben de bunun üzerine bölgedeki kamu görevlilerinin işlerini gerektiği gibi yapmamış olmalarını eleştiren bir yorum yazdım. Bu yazımla ilgili olarak Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici’ye Sarıkamış Emniyet Müdürü Yusuf Güllü’nün bir itirazı ulaştı. Bana iletilen notta şöyle deniliyor: “O kazadan sonra bizim de ciğerimiz yandı ama Mehmet Yılmaz beyin o yazısını okuduktan sonra bir kere daha ciğerimiz yandı. Çok üzüldük. Biz burada valisi, kaymakamı, emniyet müdürü olarak çok zor şartlarda geceleri uyku uyumadan görev yapıyoruz. Teröre odaklanmış durumdayız ama hiçbir görevimizi de aksatmıyoruz. Belki o kazada hatamız vardır. Ama inanın ilçe girişlerinde ve farklı yerlerde sürekli uygulamalar yapıyoruz. Sonradan öğreniyoruz ki o sürücü, telefonla bizim uygulama yaptığımızı öğrenip ilçeye farklı ara yollardan giriyormuş. Kendine göre bir sistem geliştirmiş. Neticede burası küçük bir ilçe! Aldığımız maaşı hak etmek için dar bir kadroyla ve zor koşullarda büyük bir gayret ve fedakârlıkla çalıştığımızın bilinmesini isteriz.” Okuyucularımın bilgisine sunarım.