DUBAİ Prensi El Maktum, İstanbul’da toplamı 5 milyar Amerikan Doları’nı bulacak kentsel gelişime yönelik bir yatırım yapacak.
Gazetelere yansıyan değişik yorumlardan izleyebildiğim kadarıyla bu yatırıma karşı çıkanlar da var.
‘Elin Arabı’ şeklinde başlayan itirazları, içerdiği çirkin ırkçılık nedeniyle şiddetle eleştirmeliyiz.
İş merkezleri, konut alanları, oteller, alışveriş merkezleri ve sağlık merkezlerinden oluşan bu proje İstanbul’un, bulunduğumuz geniş coğrafya için çekici bir merkez haline dönüşmesine büyük katkısı olabilecek bir yatırım.
Büyük inşaatlarda tecrübesi olan bir yatırımcı arkadaşımla konuştum.
5 milyar dolar tutarında böyle bir yatırımın yüzde 15’inin ‘işçilik’ olarak hesaplanmasının yerinde olacağını söylüyor.
Yani yatırım süresince (yaklaşık 3-4 yıl içinde) 750 milyon dolar, projenin gerçekleşmesi için çalışacak Türk inşaat işçilerinin, mimarlarının ve mühendislerinin cebine girecek.
Arkadaşım, böyle bir yatırımın yüzde 60 oranında yerli malzeme kullanabileceğini hesaplıyor.
Yani 3 milyar dolar, inşaat malzemelerinin Türkiye’den temini için harcanacak.
Çimento ve beton fabrikalarının, vitrifiye malzeme üreticilerinin, dekorasyon malzemeleri üretenlerin, mermercilerin, kum-çakıl ocaklarının, demir-çelik sektörünün, cam sanayiinin, kablocuların ve şimdi aklıma gelmeyen öteki inşaat malzemeleri üreticilerinin cebine girecek para bu.
Ve bu sektörlerde yeni iş olanaklarının yaratılması, Türkiye inşaat sektörünün yetişmiş insan gücünün para kazanması demek.
Sadece onlar da kazanmayacak. Onların kazançlarının artması bakkalların, kasapların, manavların, yiyecek-içecek üreticilerinin, mal alıp satan herkesin de kazanması demek.
Irkçı saplantılarımız ve kafamızın derinliklerine saklanmış önyargılarımızın böyle bir yatırımı engellemesine, geciktirmesine izin vermemeliyiz.
Bu yatırıma karşı çıkanlar, eylemlerinin, Türkiye’nin işsiz insanlarına karşı olduğunu da bilmeli.
Ben sana mecburum, sen yoksun!
ATTİLÁ İlhan öldü. Haberi ilk duyduğumda kendi kendime tekrarlamışım bu sözü, farkına varmadan. Attilá İlhan öldü!
Şairler ölmez oysa. Belki gözlerini yumarlar, artık nefes alıp vermezler, şapkalarını bir daha giymezler ama asla ölmezler.
Dünya durdukça sesleri yankılanır durur kalbimizde.
Giden bir sevgilinin ardından içimiz yanarken.
Okşadığımız bir tutam saç, içimizde havai fişeklerin patlamasına yol açarken.
Hüzünlü gecelerimizde, yanan bir sigaranın ucunda bize eşlik ederler. Yağmur damlaları saçakları dövmeye başladığında aklımıza ilk o gelecek yine:
‘Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor / bu şehir o eski İstanbul mudur / karanlıkta bulutlar parçalanıyor / sokak lambaları birden yanıyor / kaldırımlarda yağmur kokusu / ben sana mecburum sen yoksun.’
Geçmiş, beyin kıvrımlarımızda hızlı bir geçit yaparken de o konuşacak, dış ses olarak:
‘Ne kadınlar sevdim zaten yoktular / yağmur giyerlerdi sonbaharla bir / azıcık okşasam sanki çocuktular / bıraksam korkudan gözleri sislenir / ne kadınlar sevdim zaten yoktular / böyle bir sevmek görülmemiştir.’
Böyle bir anda şair için değilse bile bizler için bir tek sorun vardır: Artık şairin yeni şiirlerini yazamayacak olması.
‘Ah nerede gençliğimiz / sahilde savruluşları başıboş dalgaların / yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller / elde var hüzün.’
Geriye kalan şiirleriyle avunacağız artık.
Modern Türk şiirinin çok büyük ustalarından birini kaybettik, Türkiye’nin başı sağ olsun.
Maçı Terim kazanacak oyuncular değil
DÜNYA Kupası eleme grubu fikstürü belli olduğunda son maçın Tiran’da oynanmasının bizim için ciddi bir dezavantaj olduğunu düşünmüştüm.
Ve bu düşüncem, kamuoyundaki olumlu havaya rağmen devam ediyor.
Arnavutluk ile oynayacağımız maç, Atina’da Yunanistan ile oynadığımız maçtan daha gerilimli bir maç olacak.
Maçın bizim açımızdan gerilimi bir ‘kader maçı’ olmasından kaynaklanıyor.
Arnavutluk’un kendi sahasında agresif bir futbol oynadığı ve bu agresif futbolun oyuncularımızı daha da sinirlendirebileceği gerçeği de bir başka unsur.
Bu maçı kazanırsak, Fatih Terim kazanmış olacak.
Oyuncular üzerindeki baskıyı etkisiz kılmayı başardığı için.