Paylaş
Bu söylediğim söz birçok kişiye çok iddialı gelebilir. Ama değil.
Savaş kaybedilip Anadolu ve Trakya paramparça olacak şekilde paylaşılmak istendiğinde de böyle bir tablo vardı.
O tarihte, bu halkın özverili mücadelesi ve birçok dış faktörün de katkısı sayesinde parçalanmadan bir arada yaşayabildik, bir devletimiz oldu.
Evet, bu devlet ile de sorunlarımız oldu. Alevilerin, Kürtlerin, sosyalistlerin, Müslümanların ağır bir baskı gördükleri bir ülkede yaşadık.
Çoğumuz bunu fark etmedi bile, bu ülkede bir de söz var çünkü “Bana dokunmayan” diye başlayan.
Ama şunu unutmayalım ki bu ülkede bir içsavaş yaşamadık.
Acılar yaşadık, genellikle boyun eğmek zorunda kaldık ama birbirimizi öldürmedik, evleri yakmadık, kitlesel etnik temizliklere maruz kalmadık.
Şimdi PKK, “özyönetim” peşinde.
Bodrumlular kendilerini yönetsin, Antalyalılar da. Cizreliler de, Diyarbakırlılar da. Yozgatlıları, Rizelileri, Trabzonluları da unutmayalım.
Sayısız “özyönetim” bölgesi kurulabilir.
Yerinden yönetim ilkesine inanıyorsak, bunun gerçek demokrasi olduğunda hemfikirsek, olabilir tabii.
Ama PKK’nın sözünü ettiği “özyönetim” bundan çok farklı.
Bu coğrafyayı ve bu coğrafyada yaşayan insanları tanıyorsak bunun bir tek sonucu olur:
Etnik ya da mezhepsel temizlik.
Bundan asla ve asla bir demokratik özgürlükler ülkesi çıkmaz.
Ülkenin bir bölümü PKK’nın Stalin-Kaddafi tarzı yönetiminin altında inlerken, diğer bölümü de ağır bir faşizmin altına girer.
Sorun, sadece Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin, Arapların, Boşnakların, Çerkezlerin sorunlarına indirgendiğinde varabileceğimiz yer sadece ve sadece faşizmdir.
Sonunun nereye varacağını bilemeyeceğimiz, tahmin etsek bile dile getiremeyeceğimiz bir uçuruma doğru sürüklenmek mi istiyoruz?
Bu ülkede kim kimdir, kim Kürt’tür, kim Türk? Kim Boşnak, kim Arap, kim Çerkez?
Artık birbirimizden ayrılamayacak kadar iç içeyiz ve böyle bir ülkede etnik milliyetçiliğin tek sonucu faşizm olur, acılar olur.
Hepimizin sorunu aslında aynıdır: Demokratik, medeni bir ülkede yaşamak!
İnançlar ve etnik kökenler üzerinden sürdürülecek bu tartışma ve çatışma, özgür bir toplum yaratmaz.
Hepimizin aklımızı başımıza toplayıp sakince oturup konuşmanın tam zamanıdır!
Suriye içsavaşı Türkiye’ye taşınıyor
SURİYE’deki Zabadani kasabasındaki kuşatmanın kaldırılması için Birleşmiş Milletler aracılığıyla bir anlaşmaya varıldı.
Bu anlaşmaya göre Zabadani’de bulunan Esad karşıtı militanlar ve siviller bölgeden tahliye edilmeye başlandı.
El Nusra ve Ahrar’uş Şam mensubu militanlar, Lübnan üzerinden Türkiye’ye getirilecekler.
Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Zabadani’nden 129 sivil ve militanın tahliye edileceğini bildiriyor.
Haberleri dikkatle taradım bu 129 kişinin kaçı şeriatçı militan, kaçı sivil, herhangi bir bilgi bulunmuyor.
Yıllardır Suriye’de çatışan, El Kaide bozması örgütlere üye militanlardan söz ediyoruz!
Önceki gün Gaziantep’te, IŞİD aleyhine belgesel filmler çeken ve bir dergi yayımlayan Suriyeli gazeteci Naji El Jerf, sokak ortasında bir suikasta kurban gitti.
Tek suçu dergi yayınlamak ve IŞİD katliamlarıyla ilgili belgeseller yapmak olan bir gazeteci!
Daha önce de iki Suriyeli gazeteci yine aynı nedenle Türkiye’de öldürüldüler.
Suriye içsavaşı, hızla ülkemize taşınıyor.
Bugün Suriyeli gazeteci öldürülüyor, yarın sıranın kime geleceği meçhul.
Erdoğan ve Davutoğlu’nun “yeni Osmanlıcılık” hayalleri ile Suriye içsavaşına bulaşmalarının sonucu bu.
O vakit geçti galiba
ESKİ Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bir vakfın yıldönümünde konuştu ve şöyle dedi:
“İnanıyorum ki özellikle dış politikada hem tarihi gerçekleri, hem reel politikayı dikkate alarak, her şeyi gözden geçirmenin vakti geldiği kanaatindeyim.”
Suriye içsavaşı başladığında, Esad’ın hemen yıkılmayacağını, Suriye’nin ne zaman biteceği belli olmayan bir içsavaşa sürükleneceğini görmemek mümkün değildi.
Ama bizim “yeni Osmanlıcılar” bunu göremediler.
Ateşin üzerine benzinle gittiler.
Bir ülkenin en çok çekinmesi gereken şeyin, bir sınır komşusunda içsavaş çıkması olduğunu bile anlayamadılar.
Müslüman kardeşliği hayalleriyle davrandılar ve sonunda Arap Birliği’nin de tokadını yediler.
Bütün bu işler başladığında Abdullah Gül de Cumhurbaşkanı idi.
Bulunduğu makamın ağırlığını kullanarak yapılan hataların önüne geçebilirdi ama o sadece için için hislendi.
Şimdi de diyor ki “Her şeyi gözden geçirmenin vakti geldi”.
Kimseye söylemesin kulağına bir şey fısıldayacağım: “Galiba o vakit çoktan geçti!”
Paylaş