DEVLET Bakanı Cemil Çiçek’in talimatıyla, Hakkári’nin Dağlıca bölgesindeki terörist saldırılar ile ilgili radyo ve televizyon yayınlarının durdurulmasına karar verildi.
RTÜK’ün bu konudaki açıklamasında yayınlarının durdurulma gerekçesinin "güvenlik güçlerinin morallerinin yüksek tutulması, güvenlik güçlerine yönelik bir zaaf imajı ve halkın moral değerlerini olumsuz etkileyen yayın anlayışı" olduğu anlaşılıyor.
Hiç kuşkusuz ki bir demokraside, televizyon ve radyo yayınlarının, önceden verilmiş bir mahkeme kararı olmaksızın durdurulması tasvip edilip, onaylanabilecek bir durum değil.
Ancak bir yandan yayın özgürlüğünü savunurken, öte yandan da televizyon ve radyoların da kendilerine bir bakmalarında yarar var.
Olayın duyulmasının ardından doğruluğu tam olarak açıklanmamış bilgilerin verilmesindeki acelecilik, toplumu geren kışkırtıcı bir üslup ve uzmanlıkları kendilerinden menkul kişilerin akıl almaz yorumları, bu konuyla ilgili televizyon ve radyo yayınlarının önemli bölümüne hákim olan bir tutumdu.
Şunu hepimiz aklımızda tutmalıyız: Zor günlerden geçiyoruz ve bu zor günlerde yapılması gereken en son şey insanları kışkırtıp, tahrik etmektir.
Türkiye, bugünkü sorunla ilk kez karşılaşmıyor.
Neredeyse 20 senedir zaman zaman yoğunlaşarak süren bu terör saldırısı altında yaşıyoruz.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da teröre teslim olmayacağız.
Bu ortamdan istifade edecek provokatörlere uygun zemin hazırlamamak, insanları kışkırtıp sokağa dökerek, telafi edilmesi güç eylemlere yol açmamak için bugün her zamankinden daha dikkatli olmalıyız.
Kahvehane sohbetlerine de dikkat!
BU ülkede yaşamın önemli bölümü kahvehanelerde geçer. İşsizi ve tarımda çalışanı çok olan bir ülke olduğumuz için kahveler önemli bir "vakit öldürme yeri"dir.
Ve böyle ortamlar "kahvehane filozoflarının" yetişmesi için de çok elverişlidir.
Kahvehane filozofları her şeyden anlarlar. Ekonomiden, askerlikten, mühendislikten, futboldan, tıptan, mimariden... Aklınıza gelebilecek her konuda fikirleri vardır ve ikna edici bir dille konuştukları için de çevre masalarda oturanların başlarını onaylar bir şekilde salladıkları tiplerdir.
Laf aramızda biraz bizler gibi köşe yazarlarına da benzetirim onları.
Belki de gazetelerde bu kadar çok köşe yazarı olmasının bir nedeni de bu sözlü kahvehane kültürünün, yazılı kültürümüz ile buluşmasından kaynaklanıyor.
Şu anda içinde yaşamakta olduğumuz ortam, böyle kişiler için bulunmaz fırsatlar sunar.
Şimdi kim bilir kaç kahvehanede jeostratejik tahliller yapılıyor, askeri planlar masaya yatırılıyor, askeri planı destekleyecek ekonomik tedbirler öneriliyor.
Tıpkı gazetelerimizde ve radyo-televizyonlarımızdaki gibi...
Elbette kahvehane filozoflarının cezai ehliyetleri de yoktur. Kimse onları söyledikleri nedeniyle sorumlu tutmaz, söylediklerini yapabilip, yapamayacaklarını da tartışmaz.
Ben buradan, kahvehane sohbetlerine kulak veren vatandaşlarımızı uyarmış olayım: Sakin olun, bu gevezelerin her dediklerine de inanmayın!
Haşim Kılıç’ın verdiği söz
ANAYASA Mahkemesi Başkanlığı’na Haşim Kılıç seçildi.
Kılıç’ı tanıyoruz, yıllardır Anayasa Mahkemesi’nde yargıçlık görevini onurlu bir şekilde sürdürüyor. Kendisini kutluyorum.
Haşim Kılıç’ın, Anayasa Mahkemesi Başkanı olmasıyla birlikte devlet protokolünün zirvesindekiilk altı isim içinde üç kişinin eşi türbanlı olmuş oldu.
Kılıç’ın özel yaşam tercihlerinin, görevine yansıyacağını elbette düşünmüyorum. Bir yüksek yargıcın bu ikisini birbirinden ayırabilecek durumda olacağına inanıyorum.
Benim ilgimi çeken konu Kılıç’ın göreve seçildikten sonra söylediği sözler. Kılıç da görevi boyunca Laik Cumhuriyet’i koruyacağını söylüyor.
Hatırlayacaksınız Başbakan da seçimlerden hemen sonra aynı konuda bir söz vermişti.
Abdullah Gül’ün de Cumhurbaşkanlığı adaylığından beri söylediği buydu ve seçimden sonra ilk söylediği de laik düzeni koruyacağıydı.
Devletin zirvesindeki bu üç kişinin göreve seçilmeleri topu topu iki ay içinde oldu.
Hepsi "laik cumhuriyeti koruyacağız" sözü verdiklerine göre, laik düzenin tehlikede olduğunu düşünenlere katılıyor olmalılar.
Verdikleri bu sözleri tutup tutmayacaklarını takip etmek de elbette kamu yöneticilerini denetlemekle görevli olan gazetecilere düşüyor.