Paylaş
Aynı tarihte, Emniyet İstihbaratı’nın 7 bin polislik mevcudunun 6 bin 500’ü de Fetullahçıymış.
Ala’nın bakan olduğu gün Emniyet’teki daire başkanlarının da yüzde 90’ı Fetullah’ın askerleriymiş.
Bakan, “Yargı da onlardandı” diyor.
Efkan Ala, göreve “milattan sonra” (yani 17-25 Aralık 2013) geldiği için bütün bunlardan kendisini sorumlu tutmuyor doğal olarak.
Ondan öncesi için de zaten Allah’tan ve milletten af dilendi, kimsenin peşine düşmesine gerek yok.
Ama yine de benim kafamı kurcalayan bir şeyler var.
Bütün bu olayların yaşandığı dönemin Emniyet Genel Müdürü, şimdi Ankara Valisi.
Emniyet İstihbaratı, bilmiyorum biliyor musunuz, doğrudan Emniyet Genel Müdürü’ne bağlıdır.
Acaba Vali Bey de, altındaki adamların neler çevirdiğinin o zaman farkında mıydı, değil miydi?
Kendisine bağlı bütün emniyet müdürleri Fetullahçı, emrindeki istihbaratın neredeyse tamamı Fetullahçı ama nasıl oluyorsa bir tek o temiz kalabilmiş!
Nasıl oluyor da oluyor?
Derdim Vali değil tabii, ama şimdi kendisinin İçişleri Bakanlığı’ndaki yeni tayin ve terfilerde de çok etkili olduğunu duydum.
Ve görüyorum ki, “Alnı secdeye değiyor” diye pışpışlanıp büyütülen darbeci tarikat Fetullahçıların yerine kimin geleceğinin kıstası yine aynı:
“Alnı secdeye değiyor mu, hangi hoca efendinin müridi?”
İçişleri Bakanlığı’ndaki tarikatların bakanlığa hâkim olma yarışında Nakşibendi Erzincanlılar ile Menzilciler çarpışıyor.
Nurcuların “okuyucular” grubu ile “yazıcılar” grubu biraz geride kalmış durumda.
Bu da normal sanırım: En büyük Nurcu grup tasfiye edilirken diğer iki Nurcu grubun geride kalması.
Kırkıncı Hocacılar ve Közcüler de iktidar yarışında ama Allah rahmetini esirgemesin Kırkıncı Hoca’nın vefatı, müritlerinin arkasındaki nefes kuvvetinin azalmasına neden oldu sanırım.
Hatta Menzilcilerin bir “tık” önde olduğunu bile söyleyebilirim, çünkü onlar Sağlık Bakanlığı’nı da Fetullahçılardan sonra ele geçirmeyi başarmışlar.
Ankara’daki bakanlıklarda şu anda en çok tartışılan konu da bu zaten: Bizim bakanlıkta hangi tarikat kazanacak? Ona göre bıyık bırakalım, ona göre takunya alalım, ona göre takke takalım!
14 yıllık AKP iktidarının ülkemizi getirdiği yer tam olarak da burası işte!
Bilimsel bilginin önemi yok, bir işi layığıyla yapma becerisine sahip olmanın anlamı yok.
Devlet kurumları, iradelerini hoca efendilerine teslim etmiş insanlarla dolu. Birileri temizlenirken, diğerleri hortluyor.
Bu işin gerçekten düzeleceğine inanıyorsanız, AKP’yi hiç tanımıyorsunuz derim!
Bakmayın bugün öyle gerektirdiği için bir olmaktan, beraber olmaktan, liyakatten filan söz ediyorlar.
Yarın bu işler durulduğunda Karamanın Koyunu Tarikatı Hocasının marifetlerini izlemeye başlarsınız.
Sonra bir bakarsınız, bu kez bunların arası bozulmuş.
Böyledir bu işler: İktidar, paylaşılması en zor olan şeydir ve önünde sonunda bir iktidar mücadelesi çıkar.
O vakit ne yapacaklarını bugünden biliyoruz: “Allah’ım ve milletim beni affetsin” diyecekler.
Devletten yine yüz binlerce insan kovulacak, devlet desteğiyle zenginleştirdikleri insanların mallarına mülklerine el konulacak vs.
Bunun sorumlusu kim mi olacak?
Hâlâ öğrenemedinizse şaşarım: Üst akıl, ABD,
İsrail, Avrupa Birliği, Manchester United, Af Örgütü, havaalanı lobisi, köprü karşıtı kaldırım mühendisleri birliği, Geziciler, Toronto Raptors!
Hepsini küçük kâğıtlara yazın, bir torbaya atın, üç kâğıt çekin, kimler çıkıyorsa, devletimizin bu hale getirilmesinin sorumlusu da işte tam olarak onlardır!
BEN BU ‘BAĞIMSIZLIĞI’ ANLAMADIM
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, geçmiş olsun ziyareti ile birlikte Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’na küslükten vazgeçti.
İyi de oldu. Zaten küsmesiyle sonuçlanan tavrı yanlıştı, Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu bir ortamda, Başbakan’ın onu da peşine takarak bir toplantıyı terk etmesi zaten yakışık almamıştı.
Tabii o gün zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tavrı da bir tuhaftı.
Devleti temsil eden Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu bir toplantıda, Başbakan ile konuşmacı atışıyor, Başbakan orayı ricaliyle birlikte terk ederken peşinden koşturan bir Cumhurbaşkanı!
Gül’ün o koltuğu doldurmak ile ilgili sorunu vardı. Şimdi birisi denesin bakalım, Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu bir ortamda böyle bir ağız dalaşına girişmeyi, bakın ne oluyor!
Neyse, konumuz bu değil.
Barış çubuklarının içilmesinin ardından adli yıl açılışının yine yapılmasına karar verildi.
Açılış yeri de Beştepe Sarayı!
Güvenlik kaygısıyla böyle bir karar alındı desem, mümkün değil.
Cumhurbaşkanı, her gün bir yere gidebiliyor, konuşuyor, bir güvenlik sıkıntısı da çıkmıyor. Onun için yeri yadırgadım.
Yargının bağımsızlığı, darbe girişiminden sonra AKP’lilerin de itiraf ettikleri gibi demokrasi için olmazsa olmaz bir durum.
Cumhurbaşkanı kim? Yürütmenin başı. Zaten yürütmenin başı olan Başbakan’dan bir adım ileride olduğunu kendisi söylüyor, seçimle geldiğini, her şeye karışacağını vurguluyor, Bakanlar Kurulu toplantıları onun başkanlığında yapılıyor.
Peki şimdi “Cumhurbaşkanı’nın himayelerinde adli yıl açılış töreni” ne demek?
Yoksa, “yürütmeyle uyumlu yargı” aşamasından, “yürütmenin emrindeki yargı” aşamasına geçtiğimizin “miladı” mı olacak bu yılki açılış töreni?
Paylaş