Paylaş
Adının önünde ciddi bir akademik unvan olan bir üniversite hocası için ne talihsiz bir söz.
Günlerdir Özipek’in bu sözlerinin tersinin doğru olma olasılığının çok daha yüksek olduğunu söyleyen köşe yazarları, değişik gazetelerde nedenlerini de anlattılar.
Aynı şeyleri tekrarlamayacağım. Çünkü sorun sadece Turgut Özal ya da onun olası davranış biçimleriyle ilgili değil. Sorun çok başka temel bir gerçekte yatıyor.
Bugün demokrasimiz hâlâ kör topal ilerliyorsa, 1946’da başladığımız çok partili yaşam askeri darbeler ile kesintiye uğradı ve buna o dönemlerin en güçlü siyasi hareketleri sessizce boyun eğdiyse üzerinde düşünmemiz gereken şey çok başka demektir.
Mesele, Türk merkez sağının demokrasi ile ilgisinden kaynaklanıyor.
Ne yazık ki dillerinden demokrasi sözünü hiç düşürmediler ama bir türlü gerçek demokrat olmayı da başaramadılar.
Demokrasiyi seçimden seçime gidilen sandık ve ondan çıkan oydan ibaret gördüler.
İşçilerin, memurların, köylülerin örgütlenmesinden hazzetmediler. Demokratik bir toplumun olmaz ise olmaz koşulunun düşünce özgürlüğü olduğunu, toplumun sivil örgütleri aracılığıyla TBMM dışında da söz söyleme hakkı bulunduğunu kabul edemediler.
Soğuk savaşın büyüttüğü öcüyü kullanarak iktidar olmak istediler. Özgürlüklerin üzerine şallar örtülmesine, topluma bol gelen anayasaların kesilip biçilmesine destek oldular, alkış tuttular.
“Asker vesayetini”, toplumda demokratikleşme isteyenlerin üzerinde bir Demokles kılıcı olarak tutmak işlerine geldi.
Bugün hâlâ demokratik bir rejimde askerin yerini tartışıyorsak, nedeni budur.
Bilmediklerini nasıl anlatacaklar?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, “Demokratik açılım iyi anlatılamadı ve muhalefete kara propaganda olanağı verildi” gerekçesiyle, partisinden 40 kişiyi “halka açılımı anlatmak ile” görevlendirmiş.
Arkadaşımız Nuray Babacan’ın haberine göre 40 kişi bir ay içinde ikişer il dolaşarak hükümetin “açılımdan” neyi kastettiğini anlatacak.
Bunun için sivil toplum örgütleri ve vatandaşlarla toplantı yapılacak ve hükümetin üniter yapı, resmi dilin Türkçe olması, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleriyle ilgili tutumu gibi konularda açıklamalar yapılacak.
Bütün bir yazı “Kürt açılımı-demokratik açılım” tartışmaları içinde geçirdik.
İçişleri Bakanı gazeteciler ve aydınlarla toplantı yaptı. Bazı muhalefet partilerine bilgi verdi. Bu konuyla ilgili sayısız demeç dinledik, okuduk ve gelebildiğimiz nokta bu: Halka açılımı anlatmak gerek!
Bunun bir tek nedeni var: Halk açılımın ne olduğunu anlayamadı, çünkü hükümet açılımdan ne kastettiğini kendisi de bilmiyor!
Ortaya alelacele bir “açılım” sözü atıldı ve tartışma büyük ölçüde DTP’nin talepleri üzerinden yürüdü.
Aylardır TBMM’ye getirileceği söylenen “açılım paketi”nin dün ancak “ucu” gösterilebildi.
Hükümet, birçok şeyi iyi yönetemediği gibi bu süreci de iyi yönetmeyi başaramadı.
Sorun şimdi bu 40 kişinin neyi anlatacağı. Kendilerinin de bilmedikleri bir şeyi halka nasıl anlatacaklar, gerçekten merak ediyorum.
Devlet, yargıcını reddetti!
DOĞAN Yayın Holding’e bağlı şirketlere kesilen vergi ve cezalarına karşı Halkalı Vergi Dairesi aleyhine açılan dava, idarenin “reddi hâkim” talebi nedeniyle dün görülemedi.
Yargılama, yargıcın bu talebi değerlendirmesinden sonra sürebilecek.
Hükümetin talimatıyla hareket eden Maliye’nin, yasal bir hakkın aranmasını engelleme çabası ibret verici.
Devletin bir kurumu, devletin yargıcını reddediyor!
Dün bu konularda uzman olan arkadaşlarım ile konuştum, böyle bir durumun bir vergi davasında Türkiye’de ilk kez görüldüğünü söylediler.
İlk kez görülüyor çünkü hükümet vergi cezaları keserek elde etmeye çalıştığı sonuca henüz ulaşabilmiş değil.
Yazdıkları cezanın hukuk dışılığını kendileri de gayet iyi biliyorlar ve bağımsız yargıdan bunun döneceğini bildikleri için işi mümkün olduğunca geciktirmeye gayret ediyorlar.
Amaçları açık: Bağımsız medyayı ekonomik olarak mümkün olduğunca sıkıştırıp, konuşamaz, yazamaz hale getirmek.
İşi bu nedenle buraya kadar vardırdılar: Devletin bir kurumu, devletin bir yargıcını reddetti!
Paylaş