Paylaş
Ben bilmiyorum, okuduklarımın yalancısıyım. Gerçi bu devirde okuduklarımızın hepsine nasıl inanabiliriz, onu da bilmiyorum. İnternette yalan yanlış o kadar çok bilgi var ki!
Düşünün benim Vikipedi’deki hayat hikâyemi yanlışlardan arındırabilmem bile ancak bilgisayar sihirbazı diyebileceğim bir arkadaşımın yardımıyla mümkün olabildi!
Neyse, bunu daha önce de yazmıştım zaten, bugüne kadar bununla ilgili bir düzeltme almadığıma göre, bu bilginin doğru olduğunu varsayabilirim.
O halde başa dönüyorum, Japoncada “Seni seviyorum” anlamına gelen bir cümle yokmuş!
Japon âşıklar birbirlerine bu türden cümleler söylemezlermiş.
“Gülüm, nar çiçeğim, mor menekşem, sarı mimozam, beyaz manolyam” gibi hitaplar da kullanmadıkları söyleniyor.
Hatta evlenip çocukları olduktan sonra da çiftler birbirlerine “anne–baba” diye hitap ederlermiş.
Size bu okuduklarınız şimdi çok saçma gibi gelebilir ama bence hiç de değil!
Çünkü Japonya’da “sevgi, aşk” gibi duyguların sözlerle değil, hareketler, mimikler, jestler ve davranış kalıplarıyla anlatılabilecek bir duygu olduğuna inanılıyormuş.
O inanılmaz Japon zarafetinin dile bir yansıması olsa gerek. Kiraz çiçeklerinin çevrelediği, dingin ve zamanın sanki hiç akıp gitmiyormuş gibi göründüğü bir coğrafyada, demek ki insan davranışları ve dil de böyle gelişiyor diye düşünüyorum.
Amerikan filmlerinde neredeyse her sahnede insanların birbirlerine “Seni seviyorum” dediklerini duyuyorum.
Herkes, herkese bunu söyleyebiliyor, sevgili olmaları gerekmeden.
Baba çocuğuna, kasiyer müdürüne, polis şefi kendisini kurtaran itfaiye müdürüne o son sahnede duygulu bir bakış fırlatıp, “Seni seviyorum” diyebiliyor.
Türkçede böyle kullanmıyoruz, “seni seviyorum” kalıbı, sadece birbirine karşı “hisli duygular” besleyenlerin kullandıkları bir kelime dizilimi.
Ama bunun kolayca söylenebiliyor olması, gereklerini yerine getirdiğimiz anlamına da gelmiyor.
İçeriğinden kopuyor, karşındaki insanı “tavlamak” için kullanılan bir silaha dönüşüyor. Oysa bu sözler, söylenmeden önce bin defa düşünülmesi ve her şeyden önce taa yüreğinin derinliğinde hissederek söylenmesi gereken sözler.
Sözler yetmiyor, kendi başına çok bir anlam ifade etmiyor.
Tıpkı Japonların yaptığı gibi hareketler, jestler, mimikler ve davranışlarla destekleniyor olmalı ve bunlar da rol kesmek için değil içten gelerek yapılıyor olmalı ki söz anlam kazansın!
“Seni seviyorum” demenin bir anlamı var ve bu anlam kuşkusuz ki söyleyene de bir sorumluluk yüklüyor.
Hem bunu söyleyip, hem de sevdiğini söylediğin insanın canını acıtan davranışlar içinde olmamalısın mesela.
Birisine “Seni seviyorum” dedikten yarım saat sonra ya da ertesi akşam gözlerin fırdöndü gibi çevrede “Seni seviyorum” denilecek yeni birisini aramasın.
Sevdiğini söylediğin insan önemli bir hata yapmış da olsa eğer sen hâlâ ona içinden “Seni seviyorum” diyebiliyorsan, diyorsan buna göre davranmalısın.
Eğer bu sorumlulukları üstlenmiyorsan da zırt pırt “Seni seviyorum” demen, birisini sevdiğine değil, ancak senin koca bir yalancı olduğuna işaret edebilir!
Bir de “Seni seviyorum” yerine “I love you” diyen Türkler var, bu da ayrı bir mesele.
İkiniz de Türk’sünüz, Türkçe biliyorsunuz, bu cümle neden İngilizce söyleniyor o halde?
Bence bunun nedeni sözü söyleyenin aslında durumdan o kadar emin olmamasından kaynaklanıyor.
Ama tabii bir şey de söylemesi gerekiyor o zaman “I love you” diye yuvarlayıp geçiyor.
Hem söylemiş oluyor, hem söylememiş!
Birisi size böyle derse, hemen bu yazıyı hatırlayıp kuşkulanmanızı öneririm!
Roland Barthes’ın “Bir aşk söyleminden parçalar” isimli kitabından bu köşede daha önce de çok söz ettim. (Metis Yayınları, Çeviren: Tahsin Yücel)
Barthes, “İlk açılma geçtikten sonra ‘Seni seviyorum’un hiçbir anlamı yoktur” diyor.
Birisine ilk kez “Seni seviyorum” dediğinizde, bu yeni bir sözdür.
İçinde bulunduğunuz duygu durumunu, doğrudan bir ifade ile karşınızdakine söylemiş, gençlerin tabiriyle “açılmış” olursunuz.
Bunu poker oynarken oyunu açmaya benzetirim. Elinizde yeterli kâğıt vardır, oyunu başlatırsınız. Ama bu tek başına yeterli değildir. Sonra da konuşmaya devam etmeniz gerekir, yoksa sizi masadan atarlar.
Yeni kâğıt istemek için, oyunu arttırmak için, sonunda da kâğıtları açmak için konuşmaya devam etmelisiniz, ki aşk ilişkisi de bunu gerektirir.
Bir kere ilk mesajı verip, “Seni seviyorum” dedikten sonra devam etmelisiniz. Sözlerinizle, davranışlarınızla içinizdeki duyguyu karşı tarafa sonsuz bir akış şeklinde tekrarlamalı, ilişkiyi derinleştirmelisiniz.
Erkeklerin çoğu için bir kere söylemenin yeterli olduğunu biliyoruz. “Seni sevdiğimi söylemiştim zaten” bir özür değildir, kadınlar bunu sıkça duymak isterler.
Bu boşa harcanmış bir zaman değildir, iki kelimeyi az söyleyerek enerji tasarrufu yaptığınızı düşünmüyorsanız tabii!
“Onu ne kadar sevdiğimi keşke daha çok söyleseydim” diye pişmanlık getirmemek için, bunu şimdi, vakit varken yapmalısınız.
Ama asla yapmamak gereken, bu sözlerin sorumluluğunu taşıyamayacak durumdayken “Seni seviyorum” demektir.
Bu içinizde iyice olgunlaşmış olmalı ki söylediğiniz zaman onun gereklerini de yerine getirebilin.
Tıpkı Japonlar gibi jestlerle, hareketlerle, davranışlarla!
Gustave Flaubert ne demişti, hatırlayalım:
“Olgunlaşmamış bir cümleyi alelacele söylemektense, it gibi gebereyim daha iyi!”
Paylaş