Paylaş
“Sen kökenin itibariyle, mensubu olduğun ülkenin başbakanına bu şekilde konuşma hakkına sahip değilsin. Nerede milletvekili olursan ol önce haddini bileceksin!”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, parti liderlerinin cumhurbaşkanı adayı olmaması gerektiğini söylediğinde de Erdoğan şöyle konuşmuştu:
“Siyasi parti liderlerinin cumhurbaşkanı adayı olmasını istemiyormuş. Sen nasıl siyasetçisin ya. Önce sen kimsin ya. Önce haddini bil.”
TBMM komisyonunda HSYK yasası görüşülürken, komisyon toplantısına katılmak isteyen yargı mensuplarına da şöyle demişti:
“Senin bir defa orada konuşma yetkin yok. Haddini bil.”
İspanya’da, iktidar partisine yönelik yolsuzluk suçlamaları ve parti merkezine yapılan baskın haberini birinci sayfasından veren “paralel” gazeteye de aynı şeyi söylemişti: “Haddini bil!”
Başbakan’dan “Haddini bil” uyarısını alanlar arasında daha kimler yok ki: MHP Genel Başkanı, BDP milletvekilleri, gazeteciler, işadamları.
Dün internette bir tur attım, memlekette “haddi bildirilmeyen” kimse kalmamış gibi!
Sadece “Misak–ı milli” sınırları içinde değil, küresel çapta da had bildirici bir Başbakanımız var.
İsrail’den Suriye’ye, Amerikalı yazarlara kadar herkes payına düşen “had bildirimini” almış.
Birisi kendisini eleştiriyorsa, bilin ki bu Başbakan nezdinde haddini aşmış olmasından kaynaklanan bir durumdur.
Kendisine eşit poitikacılara hadlerini bildirdiğinde bir sonucu olmuyor tabii, ama eğer böyle bir politik koruma altında değilseniz başınıza da her şey gelebilir.
Maliyeciler işyerinizi basabilir, polis kapınıza dayanabilir, mitinglerde “meczuplara” hedef gösterilebilirsiniz vs.
Bu sözlerinin gerisinde yatan düşünce “Koskoca Başbakan eleştirilir mi, koskoca Başbakan’a ters çıkılır mı, ben Başbakan’ım, kimse sözümün üzerine söz söyleyemez” inancı.
Biliyorsunuz Başbakan olunca “ister asar, ister kesersin” diye düşünüyor, küçücük çocuğa bile böyle öğüt vermişti!
Oysa biliyoruz ki bir demokraside, eleştiriye en açık ve en çok tahammül etmesi gereken kişiler siyasetçiler ve özellikle de yönetimde bulunan başbakanlar ve bakanlardır.
Bu işin “fıtratında” eleştirilmek var ama bizim “ileri demokrat” Başbakanımızın buna tahammülü yok.
Ve sonra da “otoriterleşme eğilimi” eleştirilerine de kızıyor.
Sözü Hacı Bayram Veli ile bitirip, haddimi bilerek çekiliyorum:
“Kim bildi ef’alini (eylemlerini, fiillerini) / Ol bildi sıfatını / Anda gördü zatını / Sen seni bil sen seni!”
Alamet, kıyamete işaret ediyor
MERKEZ Bankası Başkanı için artık “topal ördek” sıfatını kullanabiliriz.
Kökeni Amerikan politik jargonunda olan bir deyim bu ve “artık gidici” olduğu anlaşılan her türden yönetici için de kullanılabiliyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’ya önce “Beş puan yükseltip, yarım puan indiriyor, dalga mı geçiyorsun” demişti.
Önceki gün de “Artık yetti. Neymiş, bağımsızmış. Ha vakti dolar, dolduğu zaman da biz gereğini yaparız” dedi.
Merkez Bankası başkanları 5 yıllık süreler için atanıyorlar, Başçı’nın görev süresi de Nisan 2016’da bitiyor.
Bütün bu sözlerden sonra daha ne kadar görevde kalabilir, süresinin sonunu bekler mi, istifa edip bırakır mı, buna elbette kendisi karar verecek. Ama şurası kesin ki bu göreve ikinci kez atanması mümkün görünmüyor.
Gerçi Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ona destek verici nitelikte açıklamalar yaptılar ama onlara da “Haddini bil” diyecek birisinin bu ülkede yaşadığını biliyoruz.
Sorun sadece Başçı’nın “emeklilik projeleri” ile ilgili olsaydı, sorun yoktu.
Ama sorunumuz Merkez Bankası’nın itibarı ile ilgili. Merkez Bankası’nın bağımsızlığının bir hamlede kaldırılıp bir kenara fırlatılabileceği, siyasi baskılara açık olduğu böylece ortaya çıkıyor.
Önemli bir kurum, yerli–yabancı yatırımcılar ve mali kurumlar nezdinde yıpratılıyor.
Bugün yaşadıklarımız elbette gelip geçici şeyler.
Bir ülkenin tarihinde on yılın, yirmi yılın önemi ne olabilir ki?
Yüzlerce, binlerce yıllık tarih içinde bir kum tanesi!
Ama şu var: Bugün iktidarda olan “muktedir” öyle bir şey yapıyor ki bunun sonuçlarını bugün değil, gelecekte alacağız.
Belki bizler de, kendisi de o sonuçları görmeyebiliriz, insan ölümlü bir yaratık.
Ancak tarihin bize öğrettiği bir şey var.
Kurumları acımasızca tahrip edilmiş, içleri boşaltılmış devletlerin hiçbiri ayakta kalamıyor.
Bugünün muktedirinin marifeti bu, “büyük usta” diyorlar ya, ustalığı kurumları tahrip etmekle ilgili.
Yargıdan emniyet teşkilatına, ordudan devletin siyasetten bağımsız olmaları gereken kurumlarına kadar hepsine düşman, hepsinin içini boşaltıp kendi keyfince yönetmek istiyor.
“Kişiler gidici, kurumlar kalıcı” diye belki kendimizi avutabiliriz ama öyle görünüyor ki gelecekte ayakta kalabilmiş bir kurum da kalmayacak.
Bu halk deyişi, bugünkü durumumuzu açıklıyor:
Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!
Paylaş