Kılıçdaroğlu’nun verdiği ilk söz

KEMAL Kılıçdaroğlu, CHP il başkanlarının desteğini aldığı gün NTV muhabirine şöyle bir söz verdi: “Başbakan olursam oturduğum evi değiştirmeyeceğim, çocuklarım da zengin olmayacak!”

Sekiz yıllık AKP iktidarına yönelik en can alıcı eleştiriyi, daha genel başkan seçilmeden önce yapmış olmasının altını çizelim. Bu söz, bize aynı zamanda bundan sonraki CHP muhalefetinin hangi zeminde güçleneceğini de gösteriyor. AKP iktidarının en zayıf bölgesi de tam bu noktadır.
Sultanbeyli gibi dar gelirli kenar semtlerde başlayan siyasal yaşamlar şimdi Çamlıca’nın havuzlu villalarında sürüyor.
Çocukların da durumu maşallah fena sayılmaz. Ne de olsa rızkın onda dokuzu ticarette ve işini bilenler rızkın onda onunu da ticaretten sağlayabiliyorlar.
Elbette gözümüz yok. Bunun aşağılanacak hareketlerden, rüşvet vesaireden de kaynaklandığını düşünmemiz için elimizde somut neden yok.
Ama örtülemeyen bir gerçek var: Hayatlar değişti!
Kendilerine oy veren insanlar gibi yaşayanların şimdi çok başka bir hayatları var.
Çıplak gözle görülebilen bu gerçeğin geniş kitlelerin kafasında yeni bir ışık yaratmasını sağlayacak şey bunu söylemektir.
Bazı durumlarda, gözümüzün önündeki bazı şeyler, ancak bize söylendiği zaman gerçeklik kazanabilir.
Kılıçdaroğlu’nun bu ilk taahhüdü, önümüzdeki seçimin en önemli malzemelerinden biri olacak. Ben şimdiden söylemiş olayım!

İğneyi de kendimize batıralım!

DEMOKRATİK bir ülkede halkın, yönetenlerini denetleyebilmeleri seçimden seçime olmaz. Bunu yapacak kurumlar vardır ve bunlardan en önemlisi de özgür basın faaliyetidir.
Zonguldak’taki grizu patlamasından sonra ülkeyi yöneten siyasetçilerin sorumluluklarını tartışmıyorum bile.
Ama en az onlar kadar suçlu bir ikinci gurup var ki o da bizler, gazetecilerdir.
Grizu patlamaları ve iş kazaları bizde sadece olay gerçekleşince büyüyor, gazetelerin manşetlerine gelebiliyor.
Gazetecinin görevi, böyle bir olay olmadan önce, bunun olabileceğini duyurmaktır.
Maden ocaklarında yeterli güvenlik önlemi alınıyor mu, galerilerde uyarıcılar var mı, işçiler bunun için eğitiliyorlar mı? Bölgedeki konuyla ilgili sivil toplum örgütleri bu konuyla ilgili nasıl bilgilere sahipler? İşçi sendikaları bunu denetliyor mu, denetliyorlarsa ellerindeki sonuçlar nedir?
Gazeteci bunu araştırmalı ve yazmalıdır ki yetkililer, kamuoyu baskısını üzerlerinde hissetsinler ve gerekli önlemleri alsınlar.
Pendik tersanelerindeki iş kazaları için yaptığımız da buydu.
“Araştırmacı gazetecilik” dediğimiz de zaten esasen budur.
Oradan buradan sızdırılan teftiş dosyalarının, savcılık sorgularının papağan gibi tekrarlanması değil!
Bizler de Zonguldak’taki işçilere karşı sorumluyuz. Görevimizi gereği gibi yapmadığımız ve kamuoyunun dikkatini bu işe kazadan önce çekmediğimiz için!

Siyasi sorumluluk meselesini unutmayalım

ÖNCEKİ akşam NTV’deki Basın Odası programında Sabah Gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak ile bir konuda anlaşamadık.
Zonguldak’taki maden ocağında meydana gelen grizu patlamasından siyaseten kimin sorumlu olduğu meselesi bu!
Nazlı Hanım, bu tür meselelere siyasetin karıştırılmaması gerektiğini söyledi, ben de bunun tamamen bir siyasi sorumluluğa karşılık geldiğini düşünüyorum.
Bir demokraside yolunda giden ya da gitmeyen bütün işlerden o ülkeyi yönetenler sorumludur.
Başarı da onlara aittir, başarısızlık da.
Zonguldak’taki grizu patlamasının bir tek nedeni var: Maden ocaklarının bu tür tehlikelere karşı yeterli şekilde donatılmamış olması.
Bunu denetleyecek, bunun yapılmasını sağlayacak, yapmayanı yapmadığına pişman edecek kurumlar devletin elinde, hükümetin yönetimindedir.
Bursa’daki grizu faciasının üzerinden daha bir yıl geçmedi. Sadece o olaydan sonra bile hükümet bu işi sıkı tutmuş olsaydı, bugün o kadar insan toprağın altında kalmazdı.
Demokrasi, yönetenlerin halka hesap verdikleri bir rejimdir. Böyle bir olaydan sonra sorumlu bakanın çıkıp, o ocakta neden grizuya karşı yeterli önlem alamadığını açıklaması, özür dilemesi ve bu işi yapamadığı için istifa etmesi gerekir.
Ondan sonra gelecek bakan, bu hatadan ders alır, emrindeki kurumları doğru çalıştırır ve benzeri faciaların olmasının önüne geçer. Demokrasi, bunu sağlayabildiği için ulaşılması gereken bir hedeftir.
Öte yandan Başbakan’ın, Zonguldak’a gidişinde protestolarda bulunan işçilerin ve yakınlarının polis tarafından gözaltına alınması da “demokratik protesto hakkının” açıkça çiğnenmesinden başka bir şey değildir.
Polisin görevi, Başbakan’ın güvenliğini sağlamak, toplantısını güvenli bir ortamda yapmasının şartlarını yaratmaktan ibarettir.
Protesto edenler elbette olacaktır. Toplantının güvenliğini tehdit etmeyen protestocuları toplayıp götürmek, bir demokraside olamaz. Bunun adı polis devletidir, sivil diktadır!
Yazarın Tüm Yazıları