Paylaş
Söyleşiyi merak edenlerin internetten tümünü okumalarını öneririm, haber için kısaltılırken anlam kaymaları olabiliyor çünkü.
Söyleşiden edindiğim izlenim şu: PKK’nın dağdaki şefleri silahlı güçlerini Türkiye dışına çıkarma konusunda, bizim yandaş medyadaki sivil generaller kadar heyecanlı değiller!
Evet, belli ki Abdullah Öcalan’ın örgüt üzerinde ciddi bir ağırlığı var. Bu ağırlığı örgütün dayandığı tabanda Öcalan’ın taşıdığı anlamdan kaynaklanıyor. Eğer örgüt yöneticileri kendi tabanlarında ciddi bir parçalanma yaşamak istemiyorsa da Öcalan’ın kararlarına, mesajlarına açıkça karşı çıkmayacaklar, bu görünüyor.
Açıkça karşı çıkmak yerine ayak sürümek, işi ağırdan almak, gerçekleştirilmesi zaman alacak hatta hiç mümkün olmayacak taleplerde bulunmak “Kandil”in yöntemi olacak gibi.
Karayılan da bulunduğumuz dönemeci “tarihi” olarak niteliyor. Silahların yerine fikirlerin konuşması gerektiğini vurguluyor ama “Barış için daha çok çalışmamız lazım” diyerek, bu işin beklendiği gibi hemen gerçekleşmeyeceğini de söylüyor.
“Apo ‘Yeni dönemde artık silah değil, siyaset öne çıkıyor; silahlı mücadeleden demokratik mücadeleye geçiliyor’ dedi. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıt şu:
“Evet, böyle düşünüyorum. Ama bunun için de aşamalar var kat edilmesi gereken, süreçler var geçilmesi gereken. Hükümetin ve Meclis’in yapması gerekenler var”.
Kritik bir başka yanıtı da şu soruya veriyor:
“Önder Apo, ‘Artık silahlı unsurlarımızın Türkiye sınırlarının dışına çıkma zamanıdır’ dedi. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?”
Karayılan’ın yanıtı:
“Evet, buna biz de katılıyoruz. Fakat bu sürecin pratikleşmesi, yani uygulanması için hükümetin ve Meclis’in yapması gerekenler vardır”.
Ve herkesin merakla beklediği “geri çekilme” konusunda söylediklerine de bakalım:
“Bu konuyu ele alırken, geçmiş tecrübelerden ders almak zorundayız. Tam sekiz kez ateşkes ilan ettik. Ve 1999’daki geri çekilmeyi yaşadık. Bunlar çok acı tecrübelerdi. O yüzden geri çekilme konusunu olgunlaştırmak gerekiyor. Bunun en başında da yasal zemini oluşturmak lazım. Ta Karadeniz’den, Erzurum’dan, Dersim’den insanlar, silahlı unsurlar çekilecek. Kolay değil. Hükümetin ve Meclis’in kararı lazım. Böyle bir karar güvencedir, güçlerimizin selamet içinde can kaybına uğramadan çekilmeleri için bir güvence“.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu söyleşinin yapılmasından bir gün önce, “Meclis’e gerek yok, hükümet olarak yaparız” dediğini hatırlatayım ki bu iş zannedildiği kadar hızlı ve kolay olmayacak.
Karayılan, “Çekilme ne zaman biter” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:
“Ne kadar hızlı davransak da bize göre geri çekilme sonbahara kadar sarkar. Hükümet bu çekilme olayını çok basite indirgiyor. Bu hiç kolay bir şey değildir. İnsanlar hayatını koymuş, dağa çıkmış. Şimdi onları geri çekilme konusunda ikna etmek önemli. Bu kolaycı yaklaşımlar Kürt tarafında da yok değil. Mesela BDP’nin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş geçen gün diyor ki; Kürt meselesinde silahlı boyut yüzde 99 bitmiştir. Yüzde 1 de parlamentonun kararına kalmıştır. Bu da yüzeysel bir yaklaşımdır BDP tarafından. Sürecin, geri çekilme sürecinin yeterince, bütün derinliğiyle kavranamadığını gösteriyor. Silahlı mücadelenin bütünüyle sonlanması, öyle sanıldığı gibi basit bir olay değildir”.
Güvensizlik içimizi iyice kemirmiş
BU köşede Doğu Yeni Gine’nin güney sahilleri açığındaki kıraç volkanik adalarda yaşayan Dobulardan daha önce de söz etmiştim.
Tekrar kısaca hatırlatayım, konumuza öyle girelim.
Antropolog Ruth Benedict’in 1934 yılında Dobular üzerine yaptığı bir araştırma, bu halkın büyüye inanan, birbirini zehirlemeyi âdet haline getirmiş bir topluluk olduğunu ortaya koyuyor.
Dobular birbirlerine güvenmezler. Bu yüzden yasal kurumlar da gelişmemiştir. Yetersiz ve dengesiz beslenme nedeniyle hastalıklar yaygındır ama halk, hastalıkların sebebinin ‘büyüler’ olduğuna inanır.
Eşlerin her birinin kendi ailesinin bahçelerindeki yomlardan elde ettiği bitkileri diktiği tarhları vardır. Yomların yanında gülmek yasaktır, çünkü bitkiler bunu bir lanetleme sayıp küsebilir.
Her türlü mutluluk saklanmalıdır, çünkü ortaya döküldüğü takdirde o kişi üzerine ötekilerin lanetini çekecektir. Bu yüzden kimse gülmez. Bütün bu kin ve nefret, donuk bir memnuniyetsizliğin arkasına gizlenir. Bu çok derinlere kök salmış bir kuşkuculuk doğurur.
Kısacası, mutsuz bir “düşük güven toplumudur” Dobular. Paranoya bütün toplumun ortak standardı halindedir, her tutum ve davranış bir komplonun habercisidir.
Eminim size de tanıdık geliyor, belli ki Yeni Gine’de çok uzak kuzenlerimiz yaşıyor.
Hatırlar mısınız, bizim çocukluğumuzda tarih kitaplarının içinde bir “Büyük Göç Haritası” vardı. Orta Asya’dan çıkan değişik kalınlıklardaki oklar, Türklerin dünyanın dört bir yanına dağıldığını gösteriyordu. Kim bilir belki bir küçük ok da Doğu Yeni Gine kıyılarına çıkıyordu!
Biz de giderek daha da hızla bir “düşük güven toplumuna” dönüşüyoruz.
Bunda yöneticilerimizin, medyanın da büyük rolü var elbette.
Dobuları tekrar hatırlatmama neden olan konu, İsrail’in Mavi Marmara katliamı nedeniyle özür dilemesi, tazminat ödemeyi kabul etmesi ve Gazze’ye insani yardım malzemelerinin girişinin kolaylaştırılacağını açıklamasıdır.
Türkiye, çok önemli bir diplomatik başarı sağlamış bulunuyor. Bunun için Dışişleri Bakanlığını ve doğal olarak o bakanlığı yöneten Bakan’ı ve Başbakan’ı kutlamak gerekir.
Ama bakıyorum, etraf komplo teorisinden geçilmiyor.
Amerika bunun için İsrail’i sıkıştırmış çünkü İran’a ve Suriye’ye müdahale için bu gerekiyormuş vs.
Türkiye’nin İran’a müdahale konusundaki tutumu belli! Suriye ile ilgili politikası da açık. Amerika’nın bölgedeki iki müttefikinin küs olmasından rahatsız olduğuna da kuşku yok.
Bu diplomatik başarıdan memnun olmak yerine komplo teorileri içinde kaybolmanın nedeni işte bu “düşük güvenli toplum” olmamız.
Böyle bir toplumun da mutlu olması mümkün değildir.
Paylaş