YAKIN zamanda bir seçim olasılığı yokken yapılan "bugün seçim olsa kime oy verirsiniz" türünden araştırmaların sonuçlarını pek güvenilir bulmam.
Seçim havasına girilmeden, partilerin adayları belli olmadan ve propaganda süreci başlamadan, yani "sandık orta yere gelmeden" yapılan anketlere kuşkuyla yaklaşırım.
Ama son günlerdeki sinirli tavırlarına bakınca sanıyorum Başbakan bu anketleri çok ciddiye alıyor ve bu nedenle giderek geriliyor!
Önce durduk yerde yeşil sermaye dolandırıcılığının gündeme getirilmesine sinirlendi, önceki gün de sel felaketiyle ilgili haberlerin gazetelerde geniş olarak işlenmesine kızdı.
"En gelişmiş ülkelerde bile bu doğal afetleri engelleme gücü var mı?" diye sordu.
Önce Başbakan’a 39 kişinin yaşamını kaybetmesine neden olan bir sel felaketinin her ülke basınında ciddiye alınıp, büyütüleceğini söyleyeyim.
Sonra şunu sorayım: Bizdeki kadar yağmur, hangi gelişmiş ülkede 39 cana mal oluyor?
Başbakan, son yağan şiddetli yağmurları, belli ki Katrina Kasırgası, tsunami ve yüksek şiddetli depremlerle karıştırıyor.
Dere yatağına evlerin yapılmasına göz yumulmasa, meteorolojinin şiddetli yağış ve sel uyarılarına kulak verilse sonuç böyle mi olurdu?
Doğal afetlerden en çok az gelişmiş ülkelerin insanları etkileniyor.
Japonya’da kimsenin burnunu kanatmayacak şiddette bir deprem Pakistan’da on binlerce kişinin ölümüne neden olabiliyor.
Her yıl dört beş tane büyük kasırga ABD’yi vuruyor, yüz milyarlarca dolarlık zarara neden oluyor ama bizdeki "aşırı yağış" kadar can almıyor.
Hükümetlerin görevi bu tabloyu değiştirmektir.
"Doğal afetlere bir şey yapılamaz" kaderciliğiyle öylece oturup ölümler arkasından cenaze namazı kılmak ve bunları yazıyor diye gazetecilere kızmak değil!
Cumhuriyet kadını nasıl giyinirdi?
DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünisa Gül,Ankara’da bir serginin açılışını yaptı.
Sergide Cumhuriyet döneminde kadınlar tarafından giyilen gece giysileri yer alıyor.
Gül, açılışta yaptığı konuşmada "Kıyafetler toplumun sosyal ve kültürel özelliklerini yansıtır. Ne yazık ki artık kıyafetler tüketim maddesi oldu. Giysiler, aslında toplumsal hafızamızın bir parçası" dedi.
Açılış töreninde çekilmiş fotoğraflara baktım.
Hayrünisa Gül, parlak bir kumaştan uçuk mavi, uzun bir etek ile aynı renkten bir ceket giymiş. Elinde zinciri uzun bir beyaz çanta var. Açık mavi bir türban "şıklığını" tamamlıyor!
Bu fotoğraflardan birinde Gül ve sergiye tarihsel önemi olan değişik giysiler bağışlayan rahmetli Vehbi Koç’un kızı Semahat Arsel, sergilenen giysilerin önünde görülüyorlar.
Arkadaki giysilere dikkatle baktım, Hayrünisa Hanım’ın giydiklerine benzer bir giysi göremedim.
Zaten bakmama da gerek yoktu, çünkü Hayrünisa Hanım’ın işaret ettiği gibi "giysiler toplumların sosyal ve kültürel özelliklerini yansıtıyor".
Belli ki o giysilerin cansız mankenlere giydirilip sergilenmediği dönemlerde, gerçek insanların sosyal ve kültürel durumları bugünkünden bir hayli ileriymiş!
"Toplumsal hafızamızın canlanması için" Hayrünisa Hanım’ın Arap özentisi giysileri ile sergideki giysileri bir karşılaştırmakta yarar var.
İstanbul korularını belediye satın alsın
YAPI ve Kredi Bankası’na ait İstanbul’daki iki koru satışa çıkarıldı.
Yeniköy’deki koru Sait Halim Paşa Yalısı’nın bahçesi iken küçüle küçüle 62 dönüme inmiş. İçinde bir de "av köşkü" var. Zamanında korudan şu ya da bu şekilde ayrılan yerlerde şimdi büyük siteler var.
İkincisi ise Bağlarbaşı’nda Abdülmecit Efendi’nin içinde bir de tarihi köşkü olan korusu.
Yapı ve Kredi Bankası, bankacılık dışındaki varlıkları ile birlikte bu iki koruyu da satışa çıkardı.
Bu korular Yapı Kredi’nin kurucusu Kázım Taşkent tarafından koruma altına alınmış, sonraki sahipleri de bunu devam ettirmişti.
Elbette Yapı ve Kredi Bankası’nı aldığı bu "ticari" karar nedeniyle eleştiremeyiz.
Onlar, şirketlerini yasalar çerçevesinde en iyi şekilde işletmekle yükümlüler ve bunun gerekli olduğunu düşünüyorlarsa kimse de bu satışa bir şey diyemez.
Ancak şu da var. Dün Güngör Uras da Milliyet’te yazdı.
Bu korulara yüzlerce milyon dolar para ödeyecek olanlar, bunu ağaçları seyretmek, içindeki çiçekleri koklamak için yapmayacaklar.
"Turistik" bahaneler de bulup, İstanbul’un içinde kalmış son koruları da inşaat alanına çevirecekler.
Onun için diyorum ki bu koruları İstanbul Büyükşehir Belediyesi satın alsın.
Bu korular, içindeki tarihi ağaçlarıyla, tarihi yapılarıyla korunsun ve İstanbul halkına ait olsun.