Paylaş
Bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi İngiltere’de de, devlet yöneticilerinin aldıkları hediyeler belirli aralıklarla açıklanıyor.
Bu listede hediyeyi kimin verdiği, hediyenin piyasa değeri ve hediyenin akıbeti ile ilgili bilgiler yer alıyor.
İngiltere’de, devlet yöneticileri değeri 140 sterlini geçen bir hediyeyi çok beğenir de şahsen kullanmak isterlerse, ceplerinden parasını ödeyerek devletten satın alıyorlar. Satın alınmayan ve değeri 140 sterlini geçen hediyeler, şahsa değil, devlete verilmiş sayılıyor ve hazineye aktarılıyor.
Mesela Cameron, işadamı Mike Faith’ten gelen bir i-pad’i kullanmak istediği için parasını ödeyerek satın almış. Bu nedenle de New York Belediye Başkanı Bloomberg’in hediyesi olan i-pad’i hazineye devretmiş.
İngilizlerin açıkladığı listede sadece Başbakan’a verilen hediyeler yok. Başbakan’ın yemek yediği kişilerin isimleri ve Başbakan’ın yurtdışı gezilerinin kaça mal olduğu da açıklanan bilgiler arasında.
Demokrasinin “şeffaflık” rejimi olduğunu bize bir kez daha hatırlatan güzel bir örnek oldu bu.
Keşke benzeri bir uygulama Türkiye’de de olsaydı.
Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a ve bakanlara verilen hediyelerin listesini ve bu hediyelerin ne olduğunu öğrenseydik. Hatırlayacaksınız, Suudi Kralı’nın hediyelerinin akıbetini hiç sormadıysam 20 kere sordum, üzerinden neredeyse iki sene geçti hâlâ bir bilgi edinemedik.
Yurtdışı gezilerinin biz vergi mükelleflerine kaça mal olduğunu da öğrenmek iyi olurdu.
Kimlerle özel yemek davetlerinde bulunduklarını açıklamasalar da olurdu. Çünkü biz hâlâ Siemens adına rüşvet dağıttığı ortaya çıkan bir yabancının hangi bakanla yemek yediğini bile öğrenemedik. Zaten savcılar da hiç merak etmemişlerdi
bu ismi.
Tekrarlayalım: Demokrasi, şeffaflık gerektirir. Türkiye’de de demokrasi hazır doludizgin yol alıyorken bir adım da bu konuda atılsa, ne iyi olurdu!
Beş parmağın beşi de bir değil
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, daha eğitimli olanların referandumda “Hayır” oyu vermelerine şaşırmıştı.
Pazar günü New York’ta okuduğum bir istatistik, benzer bir durumun ABD için de geçerli olduğunu düşündürdü bana.
Şu anda ABD’de hızlı bir seçim kampanyası yürütülüyor. Bazı senatörler yenilenecek, yeni eyalet valileri seçilecek.
ABD’de, seçim kampanyalarının birbiriyle en büyük çarpışma alanı ise televizyon reklamları.
Cumhuriyetçi ve Demokrat adaylar, kendi seçmenlerinin seyredebileceğini düşündükleri programlarda kendi kampanya filmlerini gösteriyorlar.
Cumhuriyetçilerin tercih ettikleri programlar ile Demokratların tercih ettikleri programlara bakınca açık bir tablo ortaya çıkıyor: Muhafazakâr Cumhuriyetçiler daha çok spor programlarını tercih etmişler. Buna karşılık ABD’ye göre “solcu” sayılabilecek Demokratlar, daha çok kadınların izledikleri söyleşi programlarını ve dizileri seçmişler.
Belli ki orada da muhafazakârlar daha az düşünmek, daha çok eğlenmek peşindeler!
Cumhuriyetçilerin en çok reklam verdikleri 10 program sırasıyla şöyle: Cumartesi Gecesi Kolej Futbolu, NBC Pazar Gecesi Futbolu, NFL Pazar Başlama Vuruşu, Nascar otomobil yarışı, MLB Beyzbol, Numbers, 20/20: Miracle at the Mine, Amerika’nın en komik ev videoları, AFC Futbol, Criminal Minds!
Demokratların en çok reklam verdikleri ilk 10 program: Brothers&Sisters, Burn Notice, Dr. Phil, Monk, Unit, Rachel Ray, Dr. Mehmet Öz Show, Smallville, Everybody Loves Raymond, Two and a Half Men.
Bu tabloyu yorumlayan bir uzman, Cumhuriyetçilerin 35-64 yaş arası, kadınlarla birlikte televizyon seyretmekten hoşlanmayan erkekleri hedeflediklerini, Demokratların ise özellikle yalnız yaşayan kadınlara ulaşmaya çalıştıklarını söylüyor.
Sonuç olarak diyeceğim şu ki Başbakan çok üzülmesin ve şaşırmasın. Dünyanın her yerinde “muhafazakârlar” ile “ilericiler” farklı insanlar ve zaten bu farklılıkları nedeniyle farklı partilere oy veriyorlar!
Açıklama yetmez, özür dilemek de gerekir!
SAĞLIK Bakanı Recep Akdağ’ın, Çankaya Köşkü’ndeki Cumhuriyet Bayramı davetinde Cumhurbaşkanı’nın eşi Hayrünnisa Gül’ün elini sıkmamış olmasının nedeni “protokol akışından kaynaklanmış olan saniyelik bir durum” imiş.
Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada böyle deniliyor.
Açıklamaya göre Bakan Akdağ’ın kadınlar ile el sıkışmamak gibi bir genel tutumu da yokmuş.
Bunu öğrendiğime sevindim.
Orada o kadar insan saniyelik akışa takılmadı da, bir tek Bakan Bey ile AKP milletvekili mi takıldılar? AKP’li milletvekilinin eşinin de Cumhurbaşkanı’nın elini sıkmadığını tekrar hatırlatayım. Acaba o da mı saniyelik protokol akışına takıldı?
Neyse, açıklama bu olduğuna göre doğru olduğunu kabul etmemiz gerekir ama bu yetmez!
Eli sıkılmadan, yüzüne bakılmadan önünden geçilip gidilen kadına karşı saygı istemek hakkımızdır!
Bakan Akdağ, hareketine mazeret bulmak yerine
Hayrünnisa Gül’den kamuoyunun önünde özür dilemelidir.
Paylaş