Paylaş
Bu kamuoyuna sorulmuş bir soruysa, ben kendi yanıtımı vereyim: Evet Sayın Bakan, istifa etmeniz iyi olur. Sorunun çözümü yönünde atılmış önemli bir adım ve bundan sonra o makamlarda oturanlar için de kuvvetli bir işaret olur.
Sizleri seçip oraya gönderiyoruz ve o makamlara geliyorsanız bunun bir tek nedeni var: Ülkeyi düzgün yönetmenizi bekliyoruz.
Bunu yapmak için elinizde her türlü olanak var. Bütçeniz var. Vergilerimizi ödüyoruz ve bu vergilerin doğru yerlere harcanarak, sorunlarımızın çözülmesini bekliyoruz.
Sizin sorumluluğunuz, seçimle işbaşına gelmiş bir yönetici olarak bakanlığınızı doğru yönetmektir.
Müsteşarınızdan başlayarak, emrinizde çalışan herkesi doğru seçmelisiniz ki işler düzgün gitsin.
Bu seçimleri düzgün yapmanız aynı zamanda sizin de yararınıza. Çünkü hepimiz biliyoruz ki bir tek insan hiçbir işin üstesinden gelemez, ekibinizi iyi kurmalısınız ki işlere hâkim olabilesiniz.
Bu seçimleri yaparken liyakat önemli olmalı. “Bizim adamımızdır bu, idare ediversin” diye birilerini görevlere getirirseniz, sonu böyle olur.
Ve ne yazık ki cezaevlerindeki tablo, bu konudaki seçimlerinizi doğru yapamadığınızı gösteriyor.
Cezaevlerinde son bir yılda ortaya çıkan skandallar bunu gösteriyor. Mahkûmlar cezaevi arabalarında yanarak ölüyor, çocuklar cezaevlerinde işkence görüyor, cezaevlerinde kadınlar çırılçıplak soyularak aranmak isteniyor, mahkûmlar ve tutuklular bir örneğini Urfa’da gördüğümüz gibi insan haklarına aykırı koşullarda yaşıyorlar. Cezaevlerinde şiddet uygulamaları ve keyfi cezalandırma alışkanlığı sıradan bir durum.
Siz bu işi yönetemediniz, bu işi yönetmek için doğru adamları bulup görevlendiremediniz.
Medeni ülkelerde buna siyasi sorumluluk deniliyor. Ve siz şimdi bu siyasi sorumluluğu üstlenmeli ve istifa etmelisiniz.
Elbette siz istifa edince sorun hemen çözülmeyecek. Ama bunun iki yönlü bir yararı olacak:
1- Sizden sonra o makama gelecek olan politikacı için bir örnek olacaksınız. O sizin düştüğünüz duruma düşmemek için çabalayacak. Beceremezse o da istifa edecek. Ta ki bu işleri düzgün yönetecek birisini Başbakan bulup o makama getirene kadar!
2- Başka politikacılar için de bir örnek olacaksınız. Bu ülkede işleri iyi yönetemeyen politikacıların istifa etmeleri geleneğinin başlatıcısı olursanız, diğer bakanlar ve kamu yöneticilerinin kulağında bu bir küpe olacak. Makamlarını korumak istiyorlarsa, doğru yönetecekler, bunun için çabalayacaklar.
Ve unutmayın ki “İstifam sorunları çözecek mi” sorusunun ikiz kardeşi “Bu dünyayı ben mi kurtaracağım”dır ki buna da siyasette yer olduğunu zannetmiyorum.
Evet Nazlı Hanım, medya görevini yapmadı
NAZLI Ilıcak, dün Sabah’taki köşesinde Urfa’daki faciadan dolayı biz meslektaşlarını sorumlu tutan bir yazı yazdı.
“Bence, ‘Adalet Bakanı istifa’ diye yazmadan önce, meslektaşlarımız, hepimiz, özeleştiri yapmalıyız” dedi.
Ilıcak, yapılmakta olan cezaevleri ve kapatılan cezaevleri ile ilgili bilgiler verdikten sonra “İktidar bu konuda bazı adımlar atmış. ‘İstifa’ demek kolay da, acaba basın mensupları kanayan yaranın sarılması hususunda gerçekleri sergilemek için gayret sarf etmişler mi” diyor. Silivri Cezaevi’nin ve oradaki tutukluların sorunları ile ilgilenirken, medyanın durumu gözden kaçırdığını söylüyor.
Nazlı Hanım’a katılıyorum. Biz gazeteciler de işimizi düzgün yapabilseydik, kamuoyunun bu olup bitenleri önceden öğrenmesini sağlayabilir, iktidar üzerinde sorunun çözülmesi için baskı yaratabilirdik. Ne kadar işe yarardı, orası bugünden belli ama hiç olmazsa vicdanlarımız daha rahat olurdu.
Elbette bunun için özgür gazetecilik faaliyetinin sürdürülebiliyor olması gerekirdi.
Gazetecileri suçlamadan önce, ne kadar özgür olabildiklerine de bakmak gerekir.
Bugün Türkiye’de medyanın hali malum. Gazeteler ve televizyonlarda böyle bir konu, tek sütun beş santimlik bir haber olarak bile yer almazdı. Ta ki Başbakan ya da Bakan çıkıp, hükümetin ne kadar önemli bir iş yapmakta olduğunu anlatana kadar!
Öte yandan Türkiye, Pozantı’dan, mahkûmların nakil şartlarının olumsuzluklarından, cezaevlerindeki kötü muameleden, kadınların çırılçıplak soyularak aranmak istenmesinden, keyfi tecrit ve görüş yasağı uygulamalarından haberdar olabildiyse, bu da gazeteler ve gazeteciler sayesinde mümkün olabildi. Temel insan haklarının mahkûm ve tutuklular için de geçerli olması gerektiğini bir avuç muhalif gazeteci ve gazete dışında kimse yazmadı.
“Bu haber Başbakan’ı sinirlendirir mi, bu yazı patronu zor duruma sokar mı” sorularının yayın yöneticilerinin ilk aklına gelen sorular olduğu bir ülkede, gazetecileri suçlamak da haksızlık olmalı.
Bu ülkede New York Times vardı da, biz mi yazmadık?
Hayaller ve gerçekler
PKK’nın son saldırısı üzerine gazetelerde çıkan yorumlara bakıyorum, son günlerin haberlerinin yarattığı olumlu hava, yerini büyük bir hayal kırıklığına bırakmış. PKK’nın çekirdek kadrosunun, söylenen sözler ne olursa olsun değişebileceğini düşünmüş olmak, tam bir hayalcilikti. O kadrolar, bu savaş yoksa varlık sebeplerinin ortadan kalkacağını biliyorlar ve bunu baltalamak için de her türlü cinayeti işlemeye hazırlar. Gerçekçi olalım: PKK kendi rızasıyla silah bırakabilecek bir örgüt değil, onu buna zorlamak, kafasını kaldıramaz hale getirmek gerekiyor.
Elbette tamamen ortadan kaldırılamayabilir. Ama toplumsal dayanakları kesilerek, marjinal bir örgüt haline getirilebilir. Demokrasi ve insan hakları genişletilirken PKK’yı küçültecek güvenlik önlemleri ihmal edilmemelidir. Artık biliyoruz ki “ateşkes” dedikleri şey, saldırı için uygun ortamı yakalayana kadar beklemekten ibaret!
Paylaş