Paylaş
Öyle görünüyor ki Suriye’ye müdahale konusunda devletimizin zirvesinde önemli bir görüş ayrılığı var.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Suriye’ye karşı gündeme gelen askeri operasyon konusunda temkinli.
“Bir siyasi stratejiye bağlı olmadan
girişilecek bir eylem sonuç getirmez” diyor.
Tutumu, Batılıların taşıdığı endişeye yakın.
Bir yandan kimyasal silah kullanılmasının cezasız kalmasının doğru olmadığını düşünüyor, diğer yandan Suriye’de neler olabileceğini iyice kestirmeden kuvvetli bir müdahaleye tereddütle bakıyor.
Başbakan Erdoğan ise çoktan çizmeleri ayağına çekmiş durumda. Kapsamlı bir savaş istiyor, Esad devrilene kadar askeri operasyonun sürmesinden yana.
“24 saatte uğra–çekil, bu olmaz. Aslolan
rejimi bu işi bırakma noktasına getirmektir” diyor.
Dışişleri Bakanı ile birlikte hayalini kurduğu bir “gönüllüler koalisyonunun” Suriye’deki içsavaşa, taraf olarak girmesini istiyor.
“Meclis’in kapalı olduğu dönemde yetki Cumhurbaşkanımızda” diyor ama “Başkomutan Gül” çizmeleri çekip, Suriye’ye atlamanın o kadar da doğru olmadığını düşünüyor.
Nitekim Başkan Obama da aslında müdahale kararı verme yetkisi olmasına rağmen son karar için Kongre’yi toplantıya çağırdı.
Amerika’nın askeri operasyonu yapıp yapmayacağına, yapacak olursa bunun sınırlarının ne olacağına Kongre karar verecek.
Hafta içinde de İngiltere Başbakanı Cameron aynı şeyi Avam Kamarası’na sordu ve “Hayır” yanıtını aldı.
Cameron “Parlamentonun müdahale istemediği
açık. Buna göre hareket edeceğiz” dedi.
Demokrasilerde işler böyle yürüyor çünkü.
“Yetkim var” demek yetmiyor, o yetkiye bir demokratik meşruiyet kazandırma düşüncesinden hiç vazgeçilmiyor.
Ama bizde ise aylar önce çıkarılmış bir tezkerenin varlığı ileri sürülüyor, TBMM toplantıya çağrılmıyor, Başbakan kimseyi bilgilendirmek istemiyor.
Acaba Başbakan’ın bu tutumundaki ısrarının nedeni, TBMM’den askeri harekât aleyhine bir karar çıkma ihtimalini görmüş olması mı?
Cumhurbaşkanı’nın “temkinlilik” tavrının, AKP grubunu kontrol etmeyi güçleştireceğini mi düşünüyor?
Bir bilmecem var çocuklar
ARTIK kesin olarak şunu söyleyebilirim: KPSS’de kopya çeken organize suç örgütü asla ortaya çıkarılmayacak.
Belli ki bu örgüt, sırtını derin devletin kuytularında bir yere yaslamış, çubuğunu tüttürerek yeni operasyonlara hazırlanıyor.
Bu kanaate varmamın nedeni MİT’in son gösterdiği performanstır.
Suriye’de rejimin kimyasal silahları nasıl kullandığını, hangi birliğin nereye kimyasal bomba attığını MİT öğrendi ve geçtiğimiz hafta sonu da açıkladı.
Suriye gibi, içsavaşın sürdüğü, at izinin
it izine karıştığı bir ülkede böylesine ayrıntılı bir bilgiye ulaşabilecek yetenekte bir istihbarat örgütümüz var demek ki.
Oysa KPSS sorularının çalınıp, yanıtlarının Türkiye ölçeğinde dağıtıldığı ortaya çıktığında Başbakan MİT Müsteşarı’nı ve Emniyet Genel Müdürü’nü yanına çağırmış ve “Yakalayın ve dosyalarını da önce bana getirin” demişti.
Yıllar geçti ses, seda yok!
Ya MİT, Suriye’deki gibi iyi bir performans ile suçluları tespit etti, dosyayı Başbakan’a verdi ve o da sümen altına ittiriverdi. Ya da MİT’in bile ulaşamayacağı derinliklerde bir yapılanma var.
Acaba hangisi?
Kitap özetlerinden literatür taranmaz
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Gezi protestolarından beri tartışmaya açtığı “Demokrasi nedir” sorusunu 30 Ağustos davetinde bir kez daha gündeme getirdi.
“Batı demokrasiye çok farklı tanımlar getirmektedir. ‘Demokrasi her zaman sandık
değildir’ gibi yaklaşımlar literatürde görmediğim yaklaşımlar. Nerede yazıyorsa okumak lazım!”
Başbakan’ın kitap okumakla başının hoş olmadığını,
buna vakit bulamadığını söylediğini biliyoruz.
Yine kendisinden öğrenmiştik ki “arkadaşları” okudukları kitabın bir özetini yapıp kendisine veriyorlar,
o da kitap okumuş kadar oluyormuş!
Yani Başbakan’ın literatürde demokrasi kavramı ile ilgili tartışmalara rastlamamış olması doğal. Kitap özetleriyle demokrasi tartışması yapmak kolay değil.
Kim bilir belki de bu yüzden “çoğunlukçu” demokrasinin en doğrusu olduğunu düşünüyor, “Ben
seçildim, kimseye hesap vermem” diyor, ortaya “çoğulculuk” gibi bir kavram atanları yanlış anlıyor.
Esasında kimsenin “Demokrasi
her zaman sandık değildir” dediği yok çünkü.
Tartışılan kavram, çoğulculuk!
Demokrasi, evet
sandık olmadan olmuyor ama sandık olan her yerde de demokrasi yok!
Başka şeylere de bakıyorlar: Kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargının varlığı, insan haklarına saygı, her bir oyun eşit temsilini sağlayacak adil bir seçim sistemi, her türlü fikrin özgürce tartışılmasını sağlayacak bir hukuk düzeni, toplumsal uzlaşmaya dayalı bir siyaset ikliminin varlığı ya da yokluğu vs.
Literatürü taramaya da gerek yok aslında.
Bakın Avrupa’da bu işler nasıl yürüyor, ona göre davranmaya gayret ediniz, yeterli olur.
Paylaş