Paylaş
MEHMET Emin Karamehmet’in Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na olan borçlarını ödemek için yönetimine el konulan Digitürk, Katarlı bir gruba satıldı.
TMSF, Karamehmet’in borçlarını tahsil etmek amacıyla grubun birçok mal varlığına el koyarak satmıştı.
TMSF Başkanı Şakir Ercan Gül, satış fiyatının ne olduğu ile ilgili soruları “Şu anda açıklayamam” diye yanıtlıyor.
Oysa Karamehmet’in mal varlıklarının daha önceki satışlarında böyle bir şey ile karşılaşmamıştık.
Akşam gazetesinin, Show TV’nin, BMC’nin satışlarında fiyatı da biliyorduk, bu satışların Karamehmet’in borcundan ne şekilde düşüldüğünü de.
Bu tür satışların şeffaf şekilde gerçekleştirilmesi gerekiyor, çünkü söz konusu olan bir kamu alacağının tahsili işidir.
Satış süreci ve satış fiyatı açık olmalıdır ki vatandaşlar da kamunun ve mal sahibinin çıkarlarının korunup korunmadığını öğrenebilsinler.
Digitürk’ün Türkiye’de de çok sayıda taliplisi vardı.
Neden onların değil de bir yabancı grubun tercih edildiğini anlamamızı kolaylaştıracak şey, Katarlıların daha yüksek fiyat vermiş olmasıdır.
TMSF bu açıklamayı vakit geçirmeden yapmalıdır ki dedikodularla kimsenin başı ağrımasın.
Tablo neden değişsin?
İŞSİZLİK rakamları açıklandı ve nisan ayı itibariyle geçen yıla göre işsiz sayısına 242 bin kişi daha eklendi.
Böylece işsizlerimizin sayısı 2 milyon 821 bine çıkmış bulunuyor.
Genç işsizlerin oranı da giderek artıyor. 15–24 yaş arasındaki işsizlerin oranı yüzde 17!
Çünkü eğitim sistemimiz çöktü, gençlere bir meslek öğretemiyoruz, bu kadar vasıfsız insanlara da iş yaratamıyoruz.
Bu tabloya bakın, buna düşen büyüme oranını, hükümetin diğer beceriksizliklerini de ekleyin ve bir düşünün:
Bir erken seçimde bugünkü Meclis tablosunun değişmesi için bir neden var mı?
Adalet sistemimizin haline bakın
ANAYASA Mahkemesi’nin son kararlarından biri “yaşam hakkı ihlali” ile ilgili oldu ve devlet bir kazada hayatını kaybeden kişinin eşine 20 bin lira tazminat ödemeye mahkûm edildi. Bu karara gelen süreçte yaşananlar, Türkiye’de adalet sisteminin çok sıkı bir reforma ihtiyacı olduğunu bir kez daha gösterdi. Olay şöyle gelişmiş: Alkollü araç kullandığı için daha önce ehliyetine el konulan bir kişi, bu kez 2.09 promil alkollü olarak kullandığı bir araçla bir taksiye çarpmış ve taksideki vatandaşın ölümüne sebebiyet vermiş.
Mahkemenin bu suçla ilgili karar vermesi, verdiği kararın Yargıtay’da 2.5 yıl temyizde bekledikten sonra bozulması ve mahkemenin kararında direnmesi üzerine davanın yine Yargıtay’a gelmesi derken 8 yıl 1 ay geçmiş ve dava zamanaşımından düşmüş!
Alkollü araç kullanmayı alışkanlık haline getirmiş, sarhoş bir sürücü, bir vatandaşın hayatını kaybetmesine yol açıyor ama hakkındaki hüküm 8 yılda kesinleşemiyor.
Ve suçlu, elini kolunu sallayarak muhtemelen yine alkollü araç da kullanarak aramızda dolaşıyor!
Böyle bir adalet sistemi olabilir mi?
Adaletin gecikmesi zaten başlı başına bir sorunken bir de suçluların bu sistemin zaaflarından yararlanıp yakayı kurtarmaları kabul edilebilir mi?
Eğitimde bir ‘cacık’ olamadılar
AKP’nin iktidara geldiği günden beri 5 ayrı Milli Eğitim Bakanı görev yaptı.
Erkan Mumcu ile yola çıktılar, Hüseyin Çelik, Nimet Baş, Ömer Dinçer ve Nabi Avcı ile tek parti iktidarı dönemini tamamladılar.
13 yıllık süre içinde eğitimde hiçbir sorun düzeltilmedi. Çocuklara bırakın bir yabancı dili, Türkçe dahi öğretemeyen bir sistemimiz var. Matematik ve fen eğitimi ise yerlerde sürünüyor.
Her bakan kendisinden önceki bakanın yaptığını bozdu, değiştirdi.
Çocuklar ve veliler neredeyse her sene değişen sınav sistemlerini takip etmekten helak oldular.
Çünkü dertleri hiçbir zaman eğitim sistemini düzgün işletmek olmadı.
Başlangıçta bir tek dertleri vardı: İmam hatiplerin sayısını arttırmak!
Bu okulları arka bahçeleri olarak gördüler, ama o okullardaki eğitimin kalitesinin yükselmesi için dahi bir şey yapmadılar.
Gülen cemaati ile araları bozulup birbirlerinin pisliklerini ortalığa saçmaya başladıktan sonra da bu imam hatip takıntılarına bir de cemaat okulları ve dershaneleri eklendi. Anayasa’ya aykırılığı ilk günden beri açıkça belli olan dershaneler ile ilgili düzenlemeleri yaparken de amaçları çocukların daha iyi ve eşitlikçi bir eğitim alması değil, cemaatten intikam almaktı.
Şimdi Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla duvara çarpmış bulunuyorlar.
Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesi henüz yazılmadığı için önümüzü de tam olarak göremiyoruz.
“Liseleştirilmiş” dershaneler, dershaneye dönen özel okullar ve bunların arasında ne yapacağını şaşırmış veliler ile çocuklar!
Böbürlenmelerine bakarsanız Türkiye’yi onlardan daha iyi yönetecek kimse yok ama en temel sorunumuzu içinden çıkılmaz hale getirenler de onlardan başkası değil.
Sağlık Bakanı’nın deyimiyle söyleyecek olursak “Bunlardan bu işte bir cacık olmuyor”!
Paylaş