Paylaş
Hatırlayalım, o günlerde devlet yöneticilerimize bölgesel güç olmak bile yetmiyordu, küresel güç mücadelesinde yerimizi almak üzereydik!
Şimdilik “küreyi” bir kenara bırakıp “bölgeye” bakalım.
-İran ile 1639’da imzalanan Kasr–ı Şirin Antlaşması’ndan bu yana hiç savaşmadık ama bu bölgesel güç mücadelesi içinde olmadığımız anlamına da gelmiyor. İran ile Türkiye, her zaman bölgesel olarak rakip oldular.
Ve bugün geldiğimiz nokta: İran, önce Irak’a, sonra Suriye’ye iyice yerleşti.
-Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya küresel bir güç olma iddiasını kaybetmişti, Putin’in yayılmacı politikaları sonucunda Türkiye’yi tehdit eden, ne yapacağı kestirilemez bir bölgesel güç olarak karşımıza çıkıyor.
Rusya, Suriye’ye iyice yerleşti, bundan sonra bölgedeki güç mücadelesinin baş aktörlerinden biri olacak.
-Esad’ın Suriye’deki varlığının ne kadar süreceğine de Batı ve Türkiye değil, Rusya karar verecek. Onu gözden çıkarabileceğine karar verene kadar bu gerçekle yaşamak zorundayız.
-Irak diye bütünlüğünü koruyan bir ülkeden söz edebilmek ne kadar mümkün bilemiyorum. Kuzeyde Kürtler her an bağımsızlıklarını ilan edebilirler, IŞİD ülkenin önemli bir bölümünü elinde tutuyor, “artakalan Irak” da İran’ın kontrolünde. Barzani eğer bağımsızlık konusunda ısrarcı olursa durum daha da karmaşık hale gelecek. Ve artık Irak üzerinde yaptırım gücümüz de yok, söz söyleyebilecek durumumuz da!
- Bölgedeki müttefiklerimiz artık Suudi Arabistan ve Katar’dan ibaret.
-Suriye’de Kürtler bir yandan ABD ile diğer yandan Rusya ile işbirliği içindeler. Öyle görünüyor ki Esad rejimi ile de büyük ölçüde bir sorun yaşamayacaklar. Türkiye’nin bu denklemde yeri ise yok.
-Amerikan gücünün hissedilmediği bir Ortadoğu’yu hayal etmek bile mümkün değil ve “müttefikimiz ABD”, Suriye Kürtlerine karışmamamızı, Irak’taki küçük birliğimizi de çekmemizi istiyor. Türkiye için “kayıp” hanesine yazılacak bir not da bu.
Küresel güç olma hevesiyle çıktığımız yolda, şimdi yeniden dizayn edilecek bölgede sesi zor duyulan bir ülke konumuna getirildik.
Bu son derece karmaşık sorunları çözmesini bekleyeceğimiz yöneticilerimiz ise esasen sorunu bu hale getirenlerden başkaları da değil.
Büyük bir öngörü yoksunluğu ile neden oldukları bu durumu çözebilmeleri, attıkları hamasi nutuklarla mümkün olacak mı?
Ne yazık ki bu soruya olumlu bir yanıt verebilmek mümkün değil.
Şiddete karşı gösteride şiddet
İSTANBUL Ülkü Ocakları üyesi kadınlar, Özgecan Aslan vahşetinin bir daha yaşanmaması ve kadına karşı şiddetin durması için bir gösteri yürüyüşü yaptılar.
Şiddete karşı yapılan gösteri, iki ayrı şiddet gösterisine neden oldu.
Birinde kalabalık nedeniyle yoldan geçemeyince söylenen bir vatandaşın ağzı burnu kırıldı. Diğerinde göstericilerin yanından geçerken zafer işareti yapan bir kadın ve bir erkek dövüldü.
Kadına karşı şiddeti protesto eden göstericiler, bir kadını dövmekten kendilerini alamadılar. Bu toplumumuzun şiddete ne kadar eğilimli olduğunu gösteren bir örnek.
Yürüyüşçüler Ülkü Ocaklı değil de başka bir siyasi görüşten olsalardı da benzeri bir tablo ortaya çıkabilirdi çünkü bu şiddet eğilimi her türden siyasi görüşün içinde kendisine yer bulabiliyor.
Aykırı bir görüşteyseniz, kalabalıklar gayet rahat sizi linç edebilecek bir psikoloji içine girebiliyorlar.
Bunun elbette birçok sosyal nedeni vardır ama uzun süredir siyaset yapmayı gerilim üretmek olarak gören bir anlayış ülkemize hâkim olmuş durumda.
Kendi gibi düşünmeyeni ötekileştirmek, en hafifinden hain ilan etmek günümüzün hâkim siyaset anlayışı. Ve böyle gerilen kitlelerin, şiddete karşı yapılan bir gösteride bile şiddete yönelebilmeleri tesadüf değil.
Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak bütün siyasi aktörlerin şapkayı önlerine koyup, düşünmelerinin zamanıdır.
NOT: Bugünden itibaren yurtdışında olacağım için bir hafta süreyle yazı yazamayacağım. Önümüzdeki salı günü yine buluşmak üzere, izninizi rica ediyorum.
Bir bakan hukuku hatırladı!
İÇİŞLERİ Bakanlığı’nın bütçesi TBMM Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Engin Dinç ile ilgili bir tartışma da yaşandı.
HDP Milletvekili Garo Paylan, Engin Dinç’in astları ve üstleri olan polisler Hrant Dink cinayeti nedeniyle yargılanırken kendisinin neden yargılanmadığını ve neden terfi ettirildiğini sordu.
İçişleri Bakanı Efkan Ala da Dinç’i savundu ve “Bize göre bir ihmali yok, ama not aldım, değerlendirme yapacağız” dedi.
Bakan Ala’nın, Dinç ile ilgili görüşlerini açıklarken kurduğu bir cümleyi not ettim:
“Bir kere yargılanıp ceza alana kadar masumdur.”
Bu hükümetin bir üyesinin ağzından “masumiyet karinesi” ile ilgili bir cümle duymayalı ne kadar zaman geçti, hatırlamıyorum.
Görüşleri beğenilmeyen herkesin kürsülerden hain ilan edildiği, cadı avına uğradığı, haklarında bir mahkûmiyet kararı olmayan insanların “çete üyesi” diye teşhir edildiği bir dönemde, bir bakanın ağzından bunu duyduğuma memnun oldum.
Bakan Ala, bu görüşünü partisinin ve Bakanlar Kurulu’nun toplantılarında da tekrarlar ve herkese iyice belletirse ne kadar iyi olur.
Paylaş