Bir İstanbul polisiyesi: Behzat Ç. olmak gerekmiyor

FOTOĞRAF çekmek için İstanbul’a geldiği belirtilen Amerikan vatandaşı Sarai Sierra, kaybolduğunun polise bildirilmesinin üzerinden bir hafta geçtikten sonra bulundu. Zavallı genç kadını kimin öldürdüğü de bugün yarın ortaya çıkar.

Haberin Devamı

Gazetelerden izlemiş olmalısınız. İstanbul polisi kaybolan kadını bulmak için polisiye filmlerine benzer bir çalışma yürüttü.

Kentteki MOBESE kameralarının görüntüleri ile birlikte özel kuruluşlara ait güvenlik kameralarının kayıtları da izlendi.

Neredeyse her adımı kayda alınmış gibiydi, bizler de bir film seyreder gibi seyrettik.

Görüldüğü gibi polis, esas vazifesine odaklanırsa en çözülmez görünen bir sorunu bile çözebilme yeteneğine, bilgisine ve araç–gerece sahip.

Koca İstanbul’da kimsenin tanımadığı bir kadının bile izini sürebildiler.

Yani eski yöntemleri kullanmalarına artık gerek yok. İyi eğitilmiş, iyi ekipmanla donatılmış ve sadece vazifesine odaklanmış bir polis gücü, kimseyi dövmeden, kimseye kötü muamele yapmadan suçluları yakalayabilir, toplumsal güvenliği sağlayabilir. (Elbette çalışma koşullarının da bugünkü gibi acımasız olmaması, medenileştirilmiş olması da gerekir; uzun süren nöbetlerden, geçinmeye yetmeyecek ücretlerden söz ediyorum!)

Ama şunu da merak etmiyor değilim: Bu olay Ankara’da olsaydı, Ankara polisi de böyle bir başarı gösterebilir miydi?

Kuşkusuz ki “Gösterirdi”, diyenler de çıkacaktır, “Gösteremezdi” diyen de!

Böyle boş tartışmalarla vakit kaybetmek yerine somut örnekleri konuşmak daha doğru olur.

Mesela KPSS sorularını çalanlar, Ankara’da değil de bu işi İstanbul’da yapmış olsalardı, bugüne kadar yakalanmış olabilir miydi?

Ankara polisine haksızlık etmeyelim derim!

Zaten bence onlar kimin bu işlerin arkasında olduğunu buldular da dosya Ankara’daki sumenlerden birinin altına itiliverdi gibi geliyor bana.

Yukarıda “sadece vazifesine odaklanmış polis gücü” diye özel bir vurgu yapmamın nedeni de budur zaten!

Haberin Devamı

Herkesi kendi ismiyle çağırsak?

EĞER bir konuşma sırasında “Beyaz Saray”dan söz ediyorsak, bu Amerika’nın başkenti Washington’daki bir binadan değil, Amerikan Başkanı’ndan söz ediyoruz anlamına gelir.

Beyaz Saray, Suriye’ye doğrudan müdahaleye karşı” cümlesindeki gibi! Müdahaleye karşı olan binanın kendisi değil, bizzat Başkan Obama’dır, herkes böyle anlar.

Eğer “Downing Street 10 numara” derseniz, yine fiziksel bir mekâna değil, Britanya Başbakanı’na yönelik bir ifade kullanıyorsunuz anlamına gelir.

Dünyada herkesin bildiği böyle yerlerin sayısı da çok değildir zaten.

Mesela “Kremlin” dediğinizde de bir binadan değil, Rusya’yı yöneten kişiden söz ediyorsunuzdur, dünyanın her yerinde bu böyle anlaşılır.

Tıpkı “Çankaya” dediğimizde bir semti kastetmediğimiz gibi! Bizde de “Çankaya” Cumhurbaşkanı’na işaret eder, başka bir şeye değil.

Bir süredir Türkçede bunlara yeni kelimeler eklendi.

İmralı” Abdullah Öcalan demek oluyor. Niye doğrudan ismini söyleyemiyorlar acaba diye hep merak ederim. Dilleri sürçer de “Sayın Öcalan” derim diye korktukları için desem değil, bu durumu kendisine dert etmeyecek Kürtler de yapıyor çünkü.

“Avrupa” dediklerinde anlıyoruz ki bu PKK’nın Avrupa’daki kolu. “Kandil” PKK’nın dağdaki yapılanmasına verilen isim. “Devlet” ise bizzat MİT Müsteşarı!

Herkesi ismiyle çağırmaya kendimizi alıştırsak, geleceğe de daha iyi hazırlamış oluruz gibi geliyor bana.

Haberin Devamı

Siyaset Akademisi, 1. ders!

BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, Bursa’da partisinin düzenlediği Siyaset Akademisi’nde “Lider Ülke Türkiye Yerel Yönetimleri” konulu bir ders vermiş.

Bununla ilgili haberi Hürri-yet’te okudum. Şöyle anlatıyor:

Geçenlerde bizim torun internete girmiş, ‘Pisküvitim olsun’ diyor ya Sayın Bahçeli. Hem dinledik, hem güldük, kötü bir şey de söylememiş Sayın Bahçeli ama ‘Pisküvitim olsun’ diyen adamlar varsa bu Türkiye’de, ‘Benim de partim olsun’ diyenler de var. Ama bizimki marti değil, parti.”

Sözlerin bu bölümünü anlamak için “Siyaset Akademisi” öğrencileri çok zorlanmış olmalı.

İsmet Berkan’ın dünkü mantık problemini andırıyor biraz.

Ama neresinden tutacağını kestirmek de zor. Zincirleme bir beyinsel reaksiyona neden olabilir ki “kafa patlatmak” dediğimiz şey de bu olmalı zaten.

Ayrıca şunu da belirtmeliyim ki Arınç’ın dersinin bu bölümü siyaset akademisi öğrencileri için en yararlı siyaset dersidir.

Değişik kelimeleri yan yana getirerek ilk duyulduğunda anlamlı gibi görünen, ama aslında hiçbir anlam içermeyen bir söz dizini kurabilmek, bizde siyasetin olmaz ise olmaz kuralıdır.

Böylece hem konuşmuş olursunuz, hem de hiçbir şey söylemiş olmazsınız. Ne başınız ağrır, ne de dişiniz, alkışlarla kürsüyü terk edersiniz.

Ama tabii bunun şehvetine, “Ne söylesem dinleyip, alkışlıyorlar” kibrine de kapılmamak gerekir, “Asabiyet şeytandandır” çünkü!

Arınç dersinin bir bölümünde anlamlı olan cümleler de kurmuş tabii. Şöyle diyor:

Kalkınmamız çok iyi, ama adaletin biraz da desteğe ihtiyacı var. Adaletin saraylarını yaptık, ama adaletin kendisini biraz arıyoruz, bulmaya çalışıyoruz.”

Felsefi sözler bunlar ve “Aramakla bulunmaz ama bulanlar da ancak arayanlardır” diyesim bile geldi bu sözleri okuyunca.

Hani şu “yetmez ama evet anayasası” HSYK’nın yapısını değiştirerek adalet sorununu kökünden çözecekti?

Yazarın Tüm Yazıları