ESKİ Mısır inancına göre, bir insan ölüp de cennetin kapısına gelince kendisine iki soru sorulurmuş.
1- Hayatında hiç mutluluğu yakaladın mı?
2- Hayatın boyunca başka insanlara mutluluk getirdin mi?
Biten bir yılın son gününde, bu yazıyı yazmak için bilgisayarımın başına oturdum.
Geleneklere uyarak bir sade kahve söyledim, bir de sigara yaktım ki bunu yapmamın nedeni tiryakilik değil, bohem yazar havasını yakalamaya çalışmak ile ilgili.
Yani kimseye bunu tavsiye etmiyorum, biliyorsunuz sigara dumanında milyonlarca kanserojen kimyasal var, ben sizi uyarmış olayım!
Bu Mısır inanışını hatırlamama yol açan şey de zaten yılın son günü için bir kişisel değerlendirme yapmak istemem oldu.
Eskiden bununla ilgili olarak uzun bir liste yapardım. Bir tarafta bu yıl içinde yaptıklarım, diğer tarafta yapmak isteyip de yapamadıklarımı yazdığım bir tür T cetveli.
Bu sene bunu yapmadım.
Çünkü her sene yaptığım değerlendirmenin benim açımdan tek sonucu çıkıyordu: Mağlubiyet duygusu!
Onun için bu kez yıl sonu değerlendirmemde eski Mısırlı cennet melekleri gibi bu iki soruyu sordum kendime.
Tavsiye ederim siz de öyle yapın.
Çünkü sonuç muazzam!
Sadece iki soruya olumlu yanıt veriyorsunuz ve cennet ayaklarınızın altında!
Sınavda hile yapmadığımı da söylemeliyim.
Şahane bir hayatım oldu: Kızım hem akıllı, hem güzel, kaybettiğim aile büyüklerimi anımsadığımda yüzümde sadece mutlu bir tebessüm beliriyor, mükemmel arkadaşlarım, kalabalık bir ailem var ve aşkın ne demek olduğunu biliyorum!
İkinci soruyu yanıtlamak bana düşmez ama hayatım boyunca en az bir kişiyi çok mutlu ettiğime de eminim!
Uydurmuyorum, kendisi söyledi!
Daha ne olsun?
Herkese mutlu bir yıl diliyorum.
Hatırlamak mı iyidir unutmak mı?
HER zaman yüzünden eksilmeyen tereddütlü tebessümüyle hatırlayacağım arkadaşım İlhami Algör’ün yeni romanı geçenlerde yayınlandı. (İlhami Algör, Kalfa ile Kıralıça, Helikopter Yayınları.)
İlhami kendisi normal yaşamında nasıl bir insansa öyle yazıyor. Kararsız, neşelense mi, hüzünlense mi o kadar çabuk karar veremiyor. Tereddütlü tebessüm dediğim de bundan kaynaklanıyor zaten.
Bu son romanı da öyle!
Romanda şöyle bir soru ile karşılaştım: "Hatırlamak mı, yoksa unutmak mı iyidir?"
Eskiden olsa yanıtım çok kolaydı. Yaşamak, hatırlamak ile ilgili bir eylemdir çünkü.
Unutmak isteyeceğiniz günler, yaşanmamış günledir. Daha açığı hatırlamak istemeyeceğiniz günler.
İnsan, hiç hatırlamayacağı bir şeyi neden yaşamak istesin ki?
Öte yandan, zamanın giderek hızla tükendiğini hissettiğim bir yaşa geldiğim için unutmak eylemi de işime geliyor.
Milan Kundera’nın "Yavaşlık" isimli romanında anlattığı gibi unutmak, zamanın hızını yavaşlatan bir şey.
Böylece karşılaştığınız her durum yeni bir hayat aşaması olabilir. Daha önce hiç yaşanmamış gibi, her duygu yepyeni bir ufuk açabilir insanın önünde. Ancak yine de bu yanıtı veremiyorum.
Unutmak demek, beni ben yapan, kişiliğimi şekillendiren her şeye de veda etmek anlamına geliyor çünkü.
Hatırlamaz isem, ben, ben olamam ki!
Velhasıl yanıtlanması zor bir soru.
Bugün bunun için vakit bulamazsınız ama yarın tatil nasıl olsa.
Bir düşünün bakalım hangisi daha iyi: Unutmak mı, hatırlamak mı?
Yaşanmış bir Temel fıkrası
2008’i benim için iyi yıllardan biri yapan şey ise bir arkadaşımın ölümden dönmüş olmasıydı. Kendi aramızda Samim’den söz ederken "hortladı" diyoruz ama gerçek bir yaşam mücadelesi verdi ve arkadaşlar arasında yediğimiz yılın son yemeğinde iki ayağının üzerinde, sözlerinin dörtte üçünü hatırlamadığı şarkıları söyleyerek bulunabildi.
Samim, gerçek bir Karadenizli, şahane tekneler inşa edebiliyor ve kendisine söylenen her şeyi yarım yamalak dinlemesiyle ünlü.
Şimdi anlatacağım şey, bu nedenle "yaşanmış bir Temel fıkrası". Yılın son gününde belki sizler de bizim gibi gülersiniz diye anlatıyorum.
Abartılmış romantizmiyle tanınmış bir arkadaşımız, ki kendisi tanınmış bir tekstilcidir, geçtiğimiz günlerde burcuna tesir eden Jüpiter’in etkisi ile Bedri Rahmi’nin bir şiirini cep telefonu mesajı ile eşine göndermiş.
Şiir şöyle: "Karadutum, çatal karam, Çingenem / Nar tanem, nur tanem, bir tanem / Ağaç isem dalımsın salkım saçak / Petek isem balımsın ağulum / Günahımsın, vebalimsin. / Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan / Yoluna can koyduğum / Gökte ararken yerde bulduğum / Karadutum, çatal karam, Çingenem / Daha nem olacaktın bir tanem / Gülen ayvam, ağlayan narımsın / Kadınım, kısrağım, karımsın."
Arkadaşımız bu şiiri okuyunca, sadece son mısraları dinleyen Samim şöyle dedi: