MUSTAFA Balbay’ın günlüklerinin www.tempo24.com.tr internet sitesinde yayımlanmasından sonra iki şeyin birbirine karıştırıldığını düşünüyorum.
Söz konusu günlükler üzerindeki tartışma iki eksen üzerinden sürüyor: Birisi gazetecilik etiği diğeri darbecilik suçlaması.
Anılarda sözü edilen olaylar, konuşmaların gerçekleşme biçimi ortada gazetecilik mesleği açısından ciddi bir sorun olduğunu gösteriyor.
Sorun, ilişkinin gazeteci-haber kaynağı ilişkisinin ötesinde, bir tür "dava arkadaşlığına" dönüşmüş olması.
Ama hepsi buraya kadar!
Söz konusu günlükler tek başına Mustafa Balbay’ı peşin olarak mahkûm etmeye yetecek bir şey değildir.
Yargılama bitmeden mahkemenin vereceği kararı dinlemeden insanları peşin suçlu olarak ilan etmek, en temel hukuk ilkesiyle çelişiyor.
Daha savcılığın elinde, günlüklerde yazılanların bir suç girişimi olduğunu gösterecek daha başka deliller olup olmadığını bilmiyoruz.
Mustafa Balbay’ın savunmasını da dinlemedik.
Sadece bu günlüklere bakarak Mustafa Balbay’ı peşin mahkûm ilan edenler, bunu demokrasiyi çok sevdikleri ve demokrasinin kılına zarar gelmemesi için yaptıklarını söyleyeceklerdir. Söylüyorlar da.
Gerçekten demokrasiden yana olanlar, aksi kanıtlanana kadar herkesin suçsuz sayılması gerektiğinin bir demokrasinin vazgeçilemez prensibi olduğuna neden inanmak istemiyorlar?
Bir hayalim var: MİT’e örgüt kazandıracağım!
ESKİ MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un "saçma bulduğu halde" devletin üst organlarına gönderdiği ünlü "Ergenekon şeması" haberleri ilk yayınlandığında, şemayı hazırlayanların çalışma sistemiyle dalga geçen bir yazı yazmıştım. O vakit bazı arkadaşlarımın "abarttığımı" söylediklerini hatırlıyorum.
Şenkal Atasagun’un açıklamasına göre, söz konusu şema "açık istihbarat kaynaklarının" analiz edilmesiyle oluşturulmuş.
Yani gazetelerde çıkan haberler, meyhane muhabbetlerinde kapılan dedikodular, komplo teorisyenlerinin uydurduğu senaryolar gibi "açık" kaynaklar.
Ben de zaten böyle bir şema için "açık kaynak" meselesine takılmıştım.
Ve bu okuduğumdan sonra karar verdim, o söylediğimi yapacağım.
Yani hayali bir örgüt şeması oluşturacağım, o şemadaki isimler ile ilgili söylentiler yayacağım, imalı yazılar yazacağım ve hepsinin bir MİT raporuna girmesini sağlayacağım ki ileride gazeteler haber sıkıntısına girerlerse kullanabilsinler!
Şimdi sorun bu listeye kimleri koysam daha heyecanlı olacak sorunu.
Örgütün "medya ayağını" oluşturacak birkaç gazeteci, "finansör" tanımına sığacak bir iki işadamı, üç-dört emekli subay, "teorisyen" sıfatını hak edecek bir-iki üniversite hocası, tercihan bir mason, bir tarikatçı ve ismi asla belli olmayan bir adet "bir numara"!
Bakalım o tarihteki MİT Müsteşarı da aynı şekilde davranacak mı?
Eline gelen "açık istihbarat değerlendirmesini" çöpe atıp, yazanı Fizan Büyükelçiliği emrine mi sürecek, yoksa Cumhurbaşkanı’nın önüne kırmızı bir dosya içinde koyacak mı?
Tarihimizde uygun isim mi kalmadı?
İSTANBUL’un tarihi Sulukule semti yıkılarak, bir kentsel dönüşüm projesi yürürlüğe konuldu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi ve Toplu Konut İdaresi tarafından ortaklaşa yürütülen bu proje çerçevesinde oluşturulacak yeni mahallelerde kimlerin "ev kaptığını" dün Hürriyet’in manşetinde okudunuz.
Kentsel dönüşüm projelerinin, bizim gibi ülkelerde iktidar çevrelerine kolay rant sağlama amacına dönüşmesinde şaşılacak bir durum yok. Bununla ilgili haberi okurken dikkatimi çeken bir şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sulukule’nin yerine "Osmanlı-Türk mimarisi tarzında" yapılacak mahallelerin isimleri şöyle: Neslişah Sultan ve Hatice Sultan.
Benim bildiğim iki Neslişah Sultan var. Birisi halen hayatta, son padişah Vahideddin ile son halife Abdülmecit’in torunu olan Neslişah Sultan.
Diğeri ise 2. Beyazıt’ın torunu olan Neslişah Sultan. İstinye’de kendi adına yaptırdığı (1540) bir cami yol çalışmaları için 1957’de yıkılmış, arsanın kalan kısmına aynı isimle bir cami yapılmıştır.
İnternette bulabildiğim iki tane de Hatice Sultan var. Biri 3. Mustafa’nın kızı, diğeri ise 5. Murad’ın kızı.
Türk tarihinde isimleri bir mahalleye verilerek yaşatılması düşünülebilecek binlerce önemli insan varken mahallelere iki hanım sultanın isimlerinin verilmesini yadırgadığımı söyleyeyim.
Büyük olasılıkla hayatları boyunca Sulukule civarına adımlarını atmamış sultanlar yerine daha uygun isimler bulunabilirdi gibi geliyor bana.
Ya da madem bu iş bir "kentsel dönüşüm" projesi, o halde isimleri "dönüşüm" kavramı ile daha çok uyuşacak Kurtuluş Savaşı kahramanlarının isimleri de düşünülebilirdi.
Osmanlıcılığın bu kadarı bana soracak olursanız "Son Padişah" Recep Tayyip Efendi için bile fazla!