ÇAĞIMIZ insanının çıkmazı, akıl-inanç bileşkesini doğru bir şekilde kuramamaktan kaynaklanır. İnsanların bir kısmı hayatın ve var oluşun merkezine maddeyi yerleştirirken, bir kısmı konuyu sadece manevi boyutunda, yani inanç ekseninde ele alır.
Her ikisi arasında daima bir çatışma alanı oluşturulduğunu görürüz. Bu tekelci yaklaşımlar, insanlığı daima çıkmazların ve anaforların içine sürüklemiştir.
İnsan, kendi geleceğini inşa ederken aklın verilerini kullanır. Aklın, dolayısıyla insanın tek başına yetkinliğini ilan eden pozitivist anlayış, aklın eşyaya nispetini, yani akli bilgiyi bu yetkinlik iddiasının delili olarak sunar. Oysa aklın kavrayışı bir yere kadardır. Aklın ötesinde, aklın bir türlü kavrayamadığı gerçekler vardır. Buna biz fizik ötesi álem diyoruz. Bu alemde "tek"lik söz konusudur. Çünkü bütün káinat, bütün insanlık o tek varlığın çizdiği projenin eseridir.
Akıl, bu projenin içinde insan beynine yerleştirilmiş bir çipten ibarettir. Bu çipin de yaratıcısı Yüce Allah’tır. Aklı her şeyin temeli alıp, onu yaratanı devreden çıkarmak, sağlıklı aklın ve düşüncenin kabul edeceği bir şey değildir.
* * *
Hayatın sabit bir ayağa ihtiyacı vardır. Bu, hayatın tutarlılığı açısından gerekli olduğu gibi, iç dünyamız ile dış dünyanın uyumu açısından da gereklidir. Nesnel, yani akli bilginin bu ihtiyacı karşılayacağı zannedilmiştir. Oysa aklın objektivitesi sadece bir zandır, bir vehimdir. Çünkü akıl nispeten var olan bir şeydir. Üstelik bu nispet, tasavvuf ehlinin dediği gibi gölgeyedir. Aklın, ne Allah ile, ne de ilahi olanla yarışması mümkündür! Akıl, böylesi bir yarışta çatlar. Günümüzde yaşanan kaos bundandır.
Maddi akla bu kadar önem ve öncelik veren insanoğlu, kurduğu beşeri mekanizmalara ve bu uğurda sarf ettiği muazzam kaynaklara rağmen, kitlevi ölümlerle sonuçlanan yoksulluğun yaygınlaşmasına, vahşi savaşların ardı ardına patlak vermesine mani olamamıştır. Köleliğin ortadan kaldırılması şöyle dursun, daha yaygın, daha müesses, daha katı uygulama biçimlerinin çıkmasına engeller koyamamıştır. Hayatın sabit ayağı yerinden oynatılmış ve ortaya çıkan görecelik içerisinde hiçbir şeyi sorgulamanın imkánı kalmamıştır. Güç ve kudret sahipleri bunun tam aksini düşünebilirler. Ama onlar da insanlık vicdanının uzağında kalmış küçük bir azınlıktır.
İnsanlık, kendisine sunulacak yeni bir alternatife muhtaçtır. Bu ihtiyaç, önümüzdeki dönemde artarak devam edecektir. Her yeni inşa, yeni bir tanımı gerekli kılar. Düşünceyi ve hayatı yeniden inşaya yönelik her disiplinin, insan, eşya ve tabiatı da yeni baştan tanımlaması gerekir. İster beşeri olsun, isterse ilahilik iddiasında bulunsun, bütün disiplinlerin problemi bu tanımlarda yatmaktadır. Bu problem, bizi, doğrudan doğruya yaratılışın gayesini aramaya sevk edecektir.
Beşeri disiplinleri daha baştan zaafa düşüren husus budur. Yaratılış gayesini dikkate almayan bir insan, eşya ve tabiat tanımı, daha baştan eksik ve yanlıştır, bunlar üzerine inşa edilecek bir disiplin de beyhude bir maceradan ibaret kalmaya mahkûmdur. Bu kabil arayış ve denemelerle, insan ve toplum hayatının armonik bir bütünlüğe kavuşması mümkün değildir. Kaos kaçınılmazdır, anarşi kaçınılmazdır ve o nihayet insanın insana, insanın eşyaya ve tabiata zulmü kaçınılmazdır. Modern toplum bu çıkmazın farkına varmıştır ve artık yaratılış gününün tanığını aramaktadır. O tanık, Kuran’dır.
Hayatın sabit bir ayağa ihtiyacı olduğunu ifade ettik. Çünkü düzen ve intizam kaçınılmaz bir ihtiyaçtır ve onların da sabit bir menşei olmak gerekir. Hayatın sürekliliğini temin eden temel dinamik, mesuliyet fikridir. Burada nesnel ve zorunlu bir mesuliyetten söz ediyoruz. Böylesi bir mesuliyetin menşeinin de sabit olması gerekir. Sabitlik, teklikle mümkündür. Yani vahdetle...
Günümüz insanı "cahiliye" anlamında puta tapıcılığa elbette itibar etmeyecektir. Ama, tanrısız bir dünyada insanın kendi kendisini daha kolay gerçekleştirebileceğini zanneden pozitivist dünya görüşü, tapınılan şeylerin sayısını artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Yaşanılan beşeri kıyametler, insanlığın iç dünyasındaki mabutların rekabetinden kopmaktadır.
* * *
Bireyle başlayıp bireyle biten, birey merkezli bir dünya görüşü, insanlık idealinin ufkunu karartmış, onu çok dar ve kısır bir alana mahkûm etmiştir. İnsanlığın ruhi enerjisi söndürülmüştür. Bunun neticesi olarak, yeryüzündeki pek çok cemiyetin cins ve nesil güvenliği ağır yara almıştır.
Hiç şüphesiz ki Allah, insanlığı daimi bir zillet ve dalalete rıza gösterecek yaratılışta malul kılmış değildir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen insanlık, bir idrak devrine her zaman muktedirdir. Allah’ın kitabı ve dini unutulmuş bir hazine gibi, yanıbaşımızda, eksiksiz durmaktadır. Bu, inanan ve bilenler için ağır bir mesuliyettir.
SORALIM ÖĞRENELİM
İslamiyet neden Arabistan’da zuhur etti. Bunun hikmeti nedir?
Niyazi MERT/İSTANBUL
İslamiyet’in Arap Yarımadası’nda ortaya çıkışının sebeplerinin başında coğrafi konumu gelmektedir. Şöyle ki: Arap Yarımadası, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kesiştiği önemli bir noktada bulunmaktadır. Ayrıca dünya ticaret yollarının birleştiği bir konuma sahipti. Bu, İslam’ın yayılması açısından stratejik bir noktadır. O günkü Arap toplumu ticaretle uğraştığı için uzun süre seyahatlere katlanabiliyordu. Gittikleri ülkelerin örf, ádet, kültür ve hayat tarzlarını biliyorlardı. Bu nedenlerle İslam’ı kısa bir sürede her tarafa yayabilmişlerdir. Daha başka sebepleri de var. Bu konuda İslam tarihiyle ilgili yazılmış eserleri okumanızı tavsiye ederim. Orada daha geniş bilgiye ulaşabilirsiniz.
Yasin-i Şerif’e Kuran’ın kalbi deniliyor. Bu ne demektir? Ha mim’ler okunurken hepsi bir defada okunacakmış ve okumaya başlarken niyetin kabul olacağı söyleniyor. Doğru mu?
S.Gülsen OĞUL/İSTANBUL
Kuran’ın bazı surelerinin diğerlerinden üstünlüğüne dair rivayet edilmiş hadisler vardır. Ancak, bunlar hadis alimlerince muteber sayılmamıştır. Kuran, Allah’ın sözüdür. Bir sözünün diğer sözünden üstün olduğunu iddia etmek doğru olmaz. Ha mim’lere gelince: Bunların bir defada okunması ve başlarken niyetin kabul olacağı yolundaki görüşler söylentiden ibarettir. Aslı yoktur.
Bahse girdik, kazandım. Karşılığında aldığım şey helal midir?
Ali TÜMTÜRK/BURSA
Bu konuda farklı görüşler vardır. Bunu kimi fakihler kumar hükmünde saymış, kimi de helal olduğuna hükmetmiştir. Doğrusu, bahse girmek kumar sayılmaz. Ancak bundan kaçınılması tavsiye olunur. En azından mekruhtur.