HİCRET’in 40. yılı, ramazan ayının 21. gecesi, yani 4 Kasım 661, İslam tarihinde kara bir günün tarihidir. İlim şehrinin kapısı Hz. Ali, bundan 1343 yıl önce, İbn-i Mülcem isimli bir Harici’nin kılıç darbesiyle şehit edilmiş, İslam dünyası bu olaydan sonra büyük sarsıntılar geçirmiştir.
Rivayete göre, Mülcemoğlu, daha önce Hz. Ali’ye biat etmek istemiş, Hz. Ali sanki ölümünün onun elinden olacağını bilmişçesine iki kere reddetmişti. Üçüncüsünde başını ve sakalını göstererek, ‘Buradan akacak kanla, şunu boyayacak kişiyle ne işim var benim’ demiş ve şu beyti okumuştu:
‘Ölüm gelip çatınca kuşan kemerini sen; seninle buluşunca teláşa düşme, dayan / Ölüm mahallene kondu mu, acıklanma, sızlanma dayan.’
* * *
Hz. Ali, Peygamberimizin evinde, Peygamber ailesinin gözetim ve terbiyesi altında yetişmiş, ilk vahiy geldiğinde bundan Peygamberimizin eşleriyle birlikte haberdar olma ve 10 yaşındayken iman etme şerefine nail olmuş yüce bir şahsiyettir. Hayatı, Peygamberimizin yanında geçmiştir.
Peygamberimizin hemen hemen bütün gazvelerine (savaşlarına) katılmıştır. Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman zamanlarında da onlara danışmanlık yapmış ve değerli fikirleriyle yol göstermiştir. Hz. Osman’ın şehadetinden sonra halife olmuştur.
Mevlana, ‘NA’AT-I ALİ’sinde Hazreti Ali için şöyle der:
‘O açıklayıcı imam, o Tanrı velisi safa ehlinin vücut güneşidir.
Onun toprağı birlik álemidir. O, insanın hakikati ve canı gibiydi. Her şey fanidir, fakat can yaşar, ölmez. Onun hareketi kendinden diri olan ezeli varlıktandır. O, şeriatta ilim şehrinin kapısıdır. Hakikatte ise iki cihanın beyidir.’
Hz. Ali, Peygamberimizin ‘ehl-i beyt’indendir, yani ev halkındandır. İslam literatüründe ‘ehl-i beyt’ kelimesi, Hazreti Peygamber’in soyundan gelenleri ifade eder ki, bunlar kızı Hz. Fatıma, damadı Hz. Ali ve onların çocukları Hz. Hasan ve Hüseyin’dir. İslam kültüründe bunlara ‘ál-i aba’ da denilir. Peygamberimiz bunları abası altına almış, ‘Allah’ım, bunlar benim ehl-i beytimdir. Günahları bunların üzerinden yok et ve onları tertemiz kıl’ diye niyazda bulunmuştur.
Nitekim Ahzab Suresi 33. ayette ‘...Ey ehl-i beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor’ denilmektedir.
Şûra suresi 123. ayette ise ‘De ki, ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir karşılık istemiyorum’ denilmiştir.
Ayrıca Hazreti Peygamberimizin muhterem eşlerinin de ‘ehl-i beyt’e dahil olduğu kaynaklarda geçmektedir. Çünkü ehl-i beyt, ev halkı anlamına geldiğine göre, O’nun eşleri de bu kavramın içinde yerini bulur.
* * *
Kuran-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde ehl-i beyte özel önem verilmiş, Müslümanlar onlara karşı sevgi ve saygı hisleri duymaya davet edilmiştir. Bütün Müslümanlar da bu davete icabet etmişler, ehl-i beyt sevgisini birlik ve beraberlik şuurunun ortak paydası haline getirmişlerdir. Namazlarda tahiyattan sonra okunan dualarda ‘Ál-i Muhammed’ ifadesiyle Hz. Peygambere inananlara ve onun soyundan gelenlere dua edilmektedir.
Müslümanlar, münhasıran Peygamber’i sevmekle kalmamış, onunla alakalı her şeye muhabbet duymuşlardır. Söz konusu sevgi, ehl-i beyte mensup olanları da kuşatmış, kuşaktan kuşağa geçerek günümüze kadar ulaşmıştır.
Ehl-i beyte mensup olan ve yüce İslam dininde en önemli şahsiyetlerden biri sayılan Hazreti Ali’ye ‘razı edilmiş’ anlamında ‘El Murteza’ ismi verilmiş, ayrıca onun ismi anıldığında ‘Allah onu şerefli kılsın’ anlamında ‘Kerremallahu vechehu’ sözcükleri kullanılmıştır.
* * *
Hemen her Müslüman Hazreti Fatıma’dan söz ederken, hem saygı ve hem de her türlü gösterişten arınmış, son derece samimi bir ifadeyle ‘anamız’ sözcüğünü ekler. Hz. Hasan’ın zehirlenerek, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da suya hasret bırakılarak şehit edilmesi ise istisnasız bütün Müslümanları derin üzüntüye boğmuştur. Bu üzüntü hálá milyonlarca Müslüman’ın vicdan ve hafızalarında bütün diriliği ile yaşamaktadır.
Hz. Ali’nin ‘nehc’ül-belaga’ adlı eseri bir hikmet hazinesidir. Ayrıca Mısır valisine gönderdiği, Mehmed Akif’in de dilimize tercüme ettiği mektup, bütün devlet adamlarının okuyup ders çıkaracakları çok kıymetli bir mirastır. Bunlardan herkesin yararlanması gerekir.
Yazımı İmam-ı Şafii’nin bir şiiriyle noktalamak istiyorum:
‘Hz. Ali’yi, Fatma’yı, Hasan ve Hüseyin’i sevmek Rafızilik ise insanlar ve cinler şahit olsun ben de Rafıziyim.’