Paylaş
Her mesleğe saygım, hürmetim var. Ama herhangi bir mesleğin de kendini gereğinden fazla havalı bir yerlere konumlandırmasına bir noktadan sonra gıcık kapıyorum. Hangi havanın gereğinden fazla olduğuna kim karar verecek derseniz, ben vereceğim tabii ki!
Geçen haftalarda bu hususla ilgili çok sıkıntı yaşadım ve yaşattım. Böyle “Çorbaları çok güzel ama adam biraz ters”, “Makarnası müthiş fakat mekân sahibi huysuz” gibi şeylerin normalmiş ve hatta sempatikmiş gibi kabullenilmesi bana gelmiyor.
Örneğin adamın gerçekten çorbaları müthiş. Ama çalışanlarına alabildiğine hödükçe davranıyor. Müşterilerle ters ters konuşuyor. Böyle olunca bana gelenler geliyor. “Çorbalarınız gerçekten çok güzel ama dünyanın en güzel çorbasını bile yapsanız asgari ücret verdiğiniz çalışanlarla konuşurken üslubunuzu ayarlamama hakkına sahip olmuyorsunuz” demek durumunda kalıyorum. Karşımdaki konuyu uzatınca da yumuşak karnına tekme atmaktan geri duramıyorum: “Altı üstü çorba yapıyorsun birader, insanlığı yok olmaktan kurtarıyormuşsun gibi hallere girmeye gerek yok.”
Makarnacıya ayıp mı?
Böyle olunca ne oluyor? Bir mekâna daha bir daha gidemez hale geliyoruz. Olsun. Gastronominin yükselişine ben de seviniyorum ama bir daha yemezsem öleceğim bir yemek de yok.
Bir başka mekânda “Valla ben İtalya’da da makarna yedim, hem sizden daha iyi yapıyorlar hem de kimse tencerede hamur haşlıyoruz diye sizin gibi şekillere girmiyor” dememin altında bu yatıyor biraz. Bir arkadaşım uzun zamandır çok güzel ev yapımı makarna yapan bir mekândan bahsediyordu: “Mutlaka gidelim, mutlaka gidelim.” Bir kere zaten öyle kolay gidemiyorsun. Telefonla rezervasyon alınmıyor. WhatsApp’tan gelmek istediğin günü ve saati yazıyorsun. Yiyeceğini gitmeden seçip önden ödeme yapıyorsun. Eğer 10 dakika geç kalırsan rezervasyonun otomatik iptal oluyor, yaptığın ödeme de yanıyor. İyi güzel de bir Ege adasında ya da orta boy bir kasabada yaşamıyoruz ya. Şehrin trafiği var, kazası var, yol çalışması var, bilmem nesi var! Ben hayatımda altı üstü bir akşam yemeğine giderken bu kadar gerildiğimi hatırlamıyorum. “Vaktinde varabilecek miyiz, makarnacıya ayıp olacak mı, ya makarnacı kızarsa, makarnacıyı arasak, trafik sıkıştı desek anlayışla karşılar mı…”
Vardık vaktinde ama yine de ilgili mekânın şefinden garsonuna herkesin afrasına maruz kalmaktan kurtulamadık. 4 dakika geç kaldık, garson “Gelmeyeceksiniz diye düşünmeye başlamıştım” diyor. “Şuradaki boş masaya oturabilir miyiz” diyorsun. “Yok, biz size şu masayı ayırdık, düzenimiz böyle” diyor. “Benimkinde kapari olmasa olabilir mi” diyorsun. “Malzeme ekleme çıkarma yapamıyoruz prensiplerimiz gereği” diyor. Öyle olunca bana gelenler gelmeye başlıyor. “Prensipler konuşursa siz zararlı çıkabilirsiniz, çünkü ben de prensip olarak havalılıkla küstahlık arasındaki farkı ayıramayanlara çatal atarım” diyorum. Çıkarıyor kapariyi öyle olunca prensibini sevdiğim. Başka itişmeler de yaşanınca demin bahsettiğim hamur haşlama konusuyla çıkışımızı yapıyoruz.
Uğraşmak hiç yok!
40 yılın başı suşi yiyelim diyoruz. Yan masada genç bir delikanlı ve annesi var. Hiç suşi yememişler. Delikanlı merak ediyor diye annesi getirmiş. Garsona da bu durumu kibarca anlatıyorlar. Normal insan, birisinin bir gastronomik deneyimi ilk kez kendi mekânında yaşayacak olmasından heyecanlanıp bunu iyi bir deneyim haline getirmek için biraz uğraşması beklenir. Bu kardeşimiz ve mekânın diğer fertleri orada değil. “Deneme tabağımız yok. Menüden bakıp seçin” diye kestirip atıyorlar. Masaya gelen vasabinin hayvan gibi acı olduğunu söyleme inceliği de gösterilmediğinden bir anda ağızlarına atıp yanıyorlar. Kalkarken söyledikleri şey “İşte, bilmediğin şeyi yemeyeceksin” oluyor. Şimdi
bu geleni mutsuz etmekten, germekten başka
bir şeye yaramayan gereksiz havaya kurulmayalım da ne yapalım?
Paylaş