Türkiye doğru olanı yaptı

Kürtlerin Kerkük ve Musul’a koşmaları beklenen bir gelişmeydi. Ankara’nın duyarlık göstermesi de çok yerinde oldu. ABD güvencesini tekrarladı. Bakalım yarışın sonu nasıl bitecek?

Kerkük ve Musul’da yaşananları şu aşamada çok ciddiye almamak gerekiyor. Talabani kuvvetleri Kerkük’e, Barzani kuvvetleri de Musul’a koşuşturdular. Aslında bu yarış ikisinin arasında geçiyor. Ne olur ne olmaz diye boşluğu doldurup birşeyler kapmaya çalışıyorlar. Yağmalamalar, hatta nüfus ve tapu dairelerinin tahrik edilmeleri dahi o kadar önemli değil. Ancak, eğer bu kentleri ellerinde tutmaya ve oralarda Kürt yönetimi kurmaya kalkarlarsa işte o zaman işler değişir.

Perşembe ve Cuma günleri Kuzey Irak’ta yaşananlar, Ankara’nın büyük tepkisiyle karşılaştı ve ilginçtir Amerikalılar da hemen gerekeni yaptılar. Askerlerini Musul ve Kerkük’e soktular. Kontrolü ele aldılar.

Türkiye’nin tepkisi doğruydu.

Eğer Ankara hareketlenmese, hem Kürtler hem de Amerikalılar yanlış mesaj alabilirler ve “Türkiye pek önem vermiyor” diyebilirlerdi. Bu izlenimle başka adımlar atabilirler ve ilerde çok daha tehlikeli durumlarla karşı karşıya kalınabilirdi.

Amerikalılar da son derece çabuk tepki gösterdiler. Türkiye’nin duyarlıklarına dikkat ettiklerini ve verdikleri sözleri tutacakları ortaya koydular.

Tabii henüz işin çok başındayız. Kuzey Irak’ta daha çok çekişmeler yaşanacak. Dün belirttiğim gibi, Ankara sorununu Washington ile halletmek zorunda kalacak.
* * *

KÜRT DÜŞMANI KOALİSYON OLMAMALI

Irak savaşının giderek sonuna yaklaşılıyor. Belki bazı direnmeler yaşanacak, belki ABD’nin istilasını tamamlaması ve ülkeyi tam anlamıyla kontrol altına alması bir süre daha çatışma gerektirecek, ancak Saddam rejiminin direnme gücü artık kalmadı.

Savaşın başında Amerikan ve İngiliz ordularının karşılaştıkları direniş nasıl herkesi şaşırttıysa, Saddam kuvvetlerinin Bağdat içinde beklenen direnişin yarısını dahi gösterememesi, herkesi daha da büyük oranda şaşırttı.

Şimdi artık konuşulan iki konu var:

Biri Saddam’ın, diğeri de Irak’ın geleceği.

Washington’daki hazırlıklar, Irak’ı bölgenin gerçek “model ülkesi” konumuna getirmeye yönelik. Türkiye yerine, insanların Irak’a model ülke olarak bakması için planlar yapılıyor.

Laik, demokratik ve içindeki etnik ve dini farklılıkları eritebilmiş bir model oluşturulacak. Bunun ne kadarı gerçekleştirilebilir ne kadarı sözde kalır, şimdiden kestirilemez.

TÜRKİYE İÇİN ZOR GÜNLER...

Eğer ABD’nin kafasındakiler gerçekten uygulamaya girerse, yeni Irak belirli oranda Türkiye’den de rol çalabilir. Tabii böyle bir durumun ortaya çıkması için, Irak halkının koalisyon güçlerine tamamen boyun eğmesi ve onların otoritesini kabullenmesi gerekiyor.

Zamanla göreceğiz...

Ancak zamanı beklemeden görülecek bir başka gerçek daha var ki, o konuda dikkatli davranmak şart. O da, bölgede Kürt cephesi gibi algılanılacak bir ittifak oluşturuluyormuş izlenimi vermektir.

Suriye- Türkiye-İran diyaloğundan söz etmek istiyorum...

Bu üç ülkenin birbirleriyle görüşmeleri, ortak sorunlarını tartışmaları son derece doğaldır. Ancak bu görüşmelerin, bir danışma mekanizmasını aşıp, bir Kürt karşıtı koalisyona veya bir işbirliğine dönüştürülmesi, beraberinde önemli sorunlarda getirebilir.

Bu üç’lünün Kürt düşmanı imajı vermesi, hele Türkiye’nin bu işbirliğinin örgütleyicisi rolünü alması, ne yönden bakılırsa bakılsın, uzun vadede bu ülkeye zarar verir.

Suriye ve İran’ın Kürt sorunu bizi belki o kadar ilgilendirmeyebilir, ancak Türkiye’nin böyle bir oluşumda ağırlıklı bir rol oynaması son derece gereksiz yeni gerilimler yaratır.

Türkiye, tezkereyi reddederek bölgedeki etkinliğini büyük oranda azalttı. Kuzey Irak’a asker sokamayarak belki bir bataklıktan kurtuldu, ancak aynı zamanda yeni kurulacak Irak’ta da söz sahibi olamayacak.

Şimdi dolaylı yollardan gövde gösterisi yapmak, Kürtlere karşı bir cephe oluşturuluyormuş izlenimi vermek, sonucu etkilemeyecek buna karşılık dış görüntüyü bozacaktır.

Bu saatten sonra, bilmemiz gereken çok nettir:

Irak’ta, bağımsız bir Kürt devletinin kurulup kurulmaması veya Kerkük petrollerinden Kürtlerin pay alıp almamaları, tamamen Washington ve Londra’nın verecekleri karara bağlıdır.

Türkiye artık devre dışıdır. Sorunu çözmenin adresi Washington ile Londra’dır.

Bu iki başkent Türkiye’nin kaygılarını tatmin etmek, gönlünü almak için değil, Irak içi dengeleri dikkate almak için politika yapacak ve kararlarını tamamen uzun vadeli hesaplara dayandıracaktır.

İRAN VE SURİYE ÖNEMLİ ÜLKELERDİR

İran ve Suriye bölgenin önemli ülkeleridir. Özeliklikle İran, ABD’nin Irak gibi kolaylıkla yutabileceği bir ülke değildir.

Suriye ise topun ağzındadır. En ufak bir hata Suriye’nin Baas partisine çok pahalıya mal olacaktır.

Türkiye böyle bir ortamda, özellikle toz duman yatışmadan, amaçlarının dışına çıkarılabilecek, yanlış izlenimler verebilecek görüntüler sergilemese daha iyi olmaz mı?


* * *

MUSTAFA KOÇ KAPTAN KÖŞKÜNDE

Bu hafta Koç Holding’in kaptan köşküne oturan Mustafa Koç’un medya’nın bir bölümüyle yaptığı yemek dikkatleri çekti.

Mustafa Koç’un yaklaşımı, Koç grubunda yeni bir dönemin başladığını gösteriyordu. Ailenin giderek geri plana çekildiği ve kararları profesyonel yöneticilere bırakma sürecine girdiğinin işaretleriyle dolu bir toplantıydı.

Eskiden, Koç grubunun devlete çok yakın durması, hatta demokrasi askıya alındığında fazla sesini çıkartmaması eleştiri konusu olmuştu. Mustafa Koç konuşmasında ısrarla demokrasi ve Avrupa Birliğini savunarak, grubun yönünü gösterdi.

Koç grubu Türk özel sektörünün temel direklerinden biridir. Bu grup ne kadar sağlam olursa, Türk ekonomisi de aynı oranda sağlam bir yapıya kavuşur. Bu açıdan bakıldığında, Mustafa Koç’un omuzlarına aldığı sorumluluğun önemi daha da belirginleşiyor.

ARİA TAHKİM KONUSUNDA HAKLI

ARİA’nın sonunda sabrı taştı.

Farina son derece nazik bir insan. İki yıldır çalmadığı kapı kalmadı. Açıklamalar yaptı, gazetecileri topladı ve “Türkiye verdiği sözü tutmalıdır” dedi.

Türkiye ise, her zamanki gibi, çözemediği veya çözmek istemediği sorunları sürekli erteledi. Oysa ARİA ( Türkiye İş Bankası ile İtalyan TIM – Telecom İtalia Mobile- ortaklığı) 2,5 milyar dolarlık yatırımı yaparken, Türk devleti ile bir de anlaşma imzalamıştı. Kendi vericilerini tamamlayana kadar, daha önce kurulmuş TURKCELL ve TELSİM’in vericilerinden yararlanacak ve karşılığında da belirli bir ücret ödeyecekti. Ancak bu iki şirket astronomik rakkamlar isteyince, ARİA devletin kapısını çaldı. Anlaşmasının uygulanmasını istedi.

Devlet kurumları ne yaptılar biliyor musunuz?

Önce bir süre topu birbirlerine attılar. Ardından Danıştay’ın fikrini (!) sordular.

ARİA bu komediden bıkınca Uluslararası tahkime başvurdu ve Türkiye’yi şikayet etti. Şimdi Ankara’da büyük telaş var. Zira son derece önemli bir prestij kaybı söz konusu...

Eee ne demişler?

Kendi düşen ağlamaz.

BÜYÜK KADIN ŞİRİN DEVRİM

Şirin Devrim’in “Şirin” adlı anılarını, (Doğan Kitap -0212 677 06 20) eşim Cemre dün gece sabaha kadar okudu ve yakından tanıdığı Şirin teyzesini yeniden hatırladı:

“Şirin teyzeyi New York’ta 5-6 yaşında tanıdım. Annemin en neşeli, en patırtılı arkadaşıydı ve bence annemden sonra dünyanın en güzel kadınıydı. Upuzun bir boy, siyah kıvırcık saçlar, kalkık kaşlar... Zaten manken olarak çalışıyordu. Annemi de kandırmış, o da bir yıl New York’ta büyük bir modaevinde mankenlik yapmıştı. İkisi yan yana görülecek bir manzaraydı.

Kocası Wes o kadar yakışıklıydı ki, o küçük kafamla eninde sonunda Hollywood tarafından keşfedileceğine inanırdım. “Flash Gordon” adlı televizyon serisinde 3 saniyelik rolünü büyük bir hayranlıkla izlemiştim.

1954’de Amerika’dan aynı gemiyle döndük. Gümrükten geçirmek için (o zaman Türkiye’de herşey yasaktı) Amerika’dan aldıkları kumaşları günlerce büzüp acayip etekler haline sokmaları hala gözümün önündedir.

Amerika’dan dönüş galiba o dönüş oldu. Ondan sonra Şirin teyzenin “Şirin” adlı kitabında yazdığı birçok olaya genç kız olarak uzaktan, yakından şahit oldum. Aşklarına, tiyatro’daki o muhteşem rollerine, acılarına...

Babası öldüğünde Cenevre’de o, ben, annem, kardeşi Nejad Devrim beraber olduk. Nejad Devrim hayatımda gördüğüm ilk “Paris’te yaşayan bohem ressam” idi. Aliye Berger, Füreyya, Suat Şakir gibi normal hayata sığmayacak büyüklükteki o insanları sayesinde tanıdım. Biri bir tablo hediye etti, biri de kolej mezuniyetim için bir seramik pano. Suat Şakir ise elimden tutup Side’yi gezdirmişti... Ve küçük bir anı daha: Amerikan Kolejinde “Abdülaziz” adlı bir piyesde başrolü oynuyordum. Onun tiyatrodan bana temin ettiği paşa üniforması içinde ne yakışıklıydım! Küçük sınıflardan bir kızdan aşk mektubu bile aldım!

Şirin teyzenin hayatının varoşlarında yaşadım belki ama onun hep söylediği “tünel’in sonundaki ışık” aklımdan hiç çıkmadı.

İşte bütün bunları kitabında gün ağırıncaya kadar büyük bir zevkle okudum. Demek dolu dolu yaşamak, kadın olmak buymuş diye düşündüm. Ellerin sağ olsun çocukluğumun Şirin teyzesi...”


(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Yazarın Tüm Yazıları