Türban, mini etek modası gibi yayılıyor

Milliyet Gazetesi için Tarhan Erdem’in yaptığı araştırma, bazılarımızın korktuğu gibi bir sonuç vermedi. Türkiye’de örtünenlerin oranı son 4 yılda sadece yüzde 5 artmış. Bu da, abartılı değil. Örtünenler arasında türban’ın yüzde 16 artışı ise, eskiden uzun etek giyenlerin, mini eteğe geçmesi gibi, yeni modaya uymaya benziyor.

Haberin Devamı

Milliyet Gazetesi için Tarhan Erdem’in yaptığı  araştırma ve geçen hafta da Sabancı Üniversitesi ile Açık Toplum Enstitüsü’nün, Ali Çarkoğlu-Ersin Kalaycıoğlu ikilisine yaptırdıkları araştırma, Türkiye’de dindarlığın  ve örtünmenin arttığını, ancak korkulacak bir düzeyde olmadığını ortaya koydu.

 

Her iki araştırmayı, iki türlü okuyabilirsiniz.

 

Bir bölüm “Felaket. Türkiye elden gidiyor. Örtünme  giderek artıyor, din devleti geliyor” diyerek karalar bağlayabilir.

 

Bir diğer bölüm, muhafazakarlaşmanın yüzde 5 oranında olduğunu, bunun da doğal karşılanmasıgerektiğini söyleyebilir.

 

Ben ikinci kesimdeyim.

 

Haberin Devamı

Tarhan Erdem de aynı görüşte. Yorumunda muhafazakarlaşantoplumun, batı aleyhtarı, koyu bir islamcı anlayışla hareket etmediğini söylüyor.

 

Türban’ın örtünenler arasındaki oranının yüzde 15 artması ise ilginç.

 

Türban’ı da iki türlü değerlendirebilirsiniz.Siyasi bir sembol veya”uzun etek giyenlerin, mini etek modasına uyup modernleşme rüzgarına kapılmaları” gibide görebilirsiniz.

 

Bence türban’ın yükselişinde AKP iktidarının direkt etkisi var. Gençler, mini etek gibi, çarşaf yerine türbanı tercih ediyorlar mutlaka, ancak öte yandan da, AKP’nin getirdiği modeller çok etkili oluyor.

 

Sonuçta, Türkiye muhafazakarlaşıyor ancak gidişten rahatsız olup karalar bağlanmasına gerek görmüyorum.

                                             *                               *                               *

 

ANKARA UYAN ARTIK!

 

Haberin Devamı

Koskoca bir 2007 yılını, seçimler nedeniyle kaybettik. Önce, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve yaşanan karmaşa gündemi kapattı. Ardından, genel seçimler kapıya dayandı. Sonuçları kimse önceden tahmin edemedi. Ne AK Parti, ne de muhalefe, sandıktan neyin çıkacağını görebildi.

 

Özellikle, AK Parti’nin beklentisi son derece cılızdı. Durum böyle olunca da, oy kaybettirecek potansiyelde hangi politika var idiyse kepenk indirtti. AKP’nin korkusu, MHP ve CHP’nin Avrupa Birliği üzerinden politika yapmaları ve kabaran milliyetçilikrüzgarıyla oylarını arttırmalarıydı. Sonuçta, AB ile ilgili bütün kapılar kapatıldı. Reformlar durdu. AB konusu, köşe bucak kaçılan bir tabu haline geldi. AKP seçimlerden çıkınca, AB konusunda da ne kadar yanıldığını gördü. Türk toplumu Avrupa ile ilişkilerden, AB’ye tam üyelik hedefinden memnunolduğunu gösterdi. Seçim sonuçları, AB üzerindeki kaygıların yok olmasına yol açtı.

 

Haberin Devamı

Peki, böyle olunca ne beklersiniz?

 

AK Parti’nin bu topluma verdiği sözleri tutmasını ve reform sürecini hızlandırmasını, başta 301 olmak üzere, Türkiye-AB ilişkilerine gölge düşüren bir dizi konuda, reformların yeniden gündeme sokulmasını beklemez misiniz?

 

Hayır, hala yapabilmiş değiller.

 

301 artıköylesine çiğnendi, öylesine yerden yere vuruldu ki, çoktan çözülmesi gerekirdi. Adalet Bakanı’nın tüm güvencelerine rağmen, bir türlü adım atılamadı.

 

REFORM SÜRECİ DURDU

 

Değiştirilmesi gereken niceyasa sıradabekliyor.

 

Beni en çok rahatsız eden unsur, bu iktidarın en önemli meşruiyetini oluşturan, Türkiye hakkında gizli bir gündemi bulunmadığını gösteren AB dosyasının Ankara’da doğru dürüstele dahi alınmaması. Kimse ne yapılacağını bilmiyor. Herşey Başbakan’ın iki dudağı arasında ve onun sinyali bekleniyor.

Haberin Devamı

İşin acı yanı, reformlardan daha kolay yürütülebilecek olanİLETİŞİM alanında dahi somutve doğru dürüst hiçbir program başlatılamamasıdır. Bu açılardan, Ankara’da sinek bile uçmuyor. Oysa, yapılması gekeren o kadar çok şey var ki...

 

AB hakkındabilgisizlik kol geziyor. Üniversite öğrencileri başta olmak üzere, AB ile ilgili sadece kulaktan dolma ve genelde de ulusalcıların yaydıkları yalan yanlış veriler üzerinden tartışma yapılıyor. Hükümet bugüne kadar, bu yanlışları düzeltmek için hiç adım atmadı veya atamadı. Ne halkın anlayacağı şekilde bir program teşvik edildi. Ne TRT’de ilgi çekecek programlar dizisi yayınlatıldı. Ne de konferanslar serisi yapıldı. Ankara, Türk kamuoyunun aydınlanmaya ihtiyacı olduğunun dahi farkında değil.

 

Haberin Devamı

Türkiye’deki bu cehalet bir yana, Avrupa’daki cehalet konusunda da tek bir adım atılamadı.

 

GÜL’ÜN YOKLUĞU KENDİNİ HİSSETTİRİYOR

 

Abdullah Gül’ün yokluğu her yönden kendini hissettiriyor.

 

Dışişleri Bakanlığı döneminde hızla giden bir lokomotif gibiydi. Hükümeti harekete geçirir, teker teker bakanlıkları uyarır, bürokrasiyi kamçılar, kabinenin her toplantısında AB konusunu gündeme getirirdi. Başbakan Erdoğan’a HAYIR diyebilen, atılması gereken adımları anlatabilen nadir siyasilerden biriydi.

 

Bugün, hükümet saflarında AB bayrağını ayakta tutabilecek kimse yok. Gül de Çankaya’dan eskisi gibi müdahale edemiyor. Hareket yeteneği artık eskisi gibi değil. Son derece kısıtlı. Şimdi AB bayrağı Başbakan’ın elinde. Ancak onun da o kadar çok işi var ki, AB’yi düşünecek zamanı yok. PKK terörü, Irak operasyonu gündemi öylesine işgal etti ki, kimsenin sağına soluna bakacak hali kalmadı. Eskiden Gül’ün yapabildiği gibi, Başbakanı uyaracak, geri kalındığını anlatabilecek kimse de yok.

 

O zaman da yerimizde sayıyoruz. Bu gidiş bize zaman kaybettirecek. Uyanıp harekete geçtiğimizde, çok daha fazla çaba harcamak zorunda kalacağız.

 

İçimden, Ankara’nın yakasına yapışıp “ Haydi uyanın artık “ diye bağırmak geliyor.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları