Paylaş
Bugün Beijing’in bize çok garip (!) görünecek bölümlerini anlatmak istiyorum.
Güne 74 bin kilometrekarelik Yasak Şehir’den başladık. Düşünün, yüzyıllar boyunca koskoca Çin’i yöneten imparatorların oturdukları o muhteşem bölgeden söz ediyorum. Eğer, Son İmparator filmini gördünüzse, nereden bahsettiğimi anlarsınız. İçeri adımınızı attığınız andan itibaren, bambaşka bir dünyaya girdiğinizi anlıyorsunuz. Yaklaşık 25 bin kişi bu sarayda imparatora hizmet etmiş ve sanki dün ayrılmış gibiler.
Ardından, İmparatorların yine aynı büyüklükteki yazlık saraylarına ve oradan da Cennet Tapınağına (Temple of Heaven) geçtik.
Beijing’de nihayet, gerçek Çin’e geldiğimi hissettim. Emin olun başkentte gerçek Çin’den çok az iz kalmış. Bitmek tükenmek bilmeyen gökdelenler veya dev ve modern binalar arasında, geleneksel Çin sıkıp kalmış. Modernleştirme, zenginleştirme adına ne yazık ki eski Beijing, büyük oranda yıkılıp yerine o muazzam yapılar yükselmiş.
Belki aynı şeyleri tekrarlıyorum, ancak, öylesine etkilendim ki, kusuruma bakmayın. Beijing’i sakın İstanbul ile karşılaştırma cehaletine düşeceğimi sanmayın. New York-Washington- Frankfurt gibi devlerle karşılaştıracağım ve bütün bu kentlerden;
Çok daha temiz...
Çok daha modern...
Çok daha görkemli...
Hiç abartmıyorum. Yollar pırıl pırıl ve sanki biraz önce temizlenmiş gibi. Allah için bir tek çukur göremedim. Koskoca kent, dantel gibi işlenmiş. Yer gök 3-4 şeritli yollar ve hepsi yemyeşil ağaçlar, rengarenk çiçeklerle bezenmiş.
Acaba, bütün bunlar aldatmaca mı?
Bir ara, bütün bu modernizmin, yapıların belki de eski kominist rejimden kalma alışkanlıkla bir aldatmaca olabileceğini düşündüm. Olamazdı, rüya atmosferi yaratmışlardı sanki. Gecekondu mahallelerini, fakirlerin yaşadıkları, pis suların aktığı, insanların çöp içinde günlerini geçirdikleri yerleri aradık. Mutlaka bir yerlerde, bizlerin görmemesi için, duvarların ardına saklanmış olmalılardı.
Bulamadık, zira gerçekten yok. Beijing’in en fakir mahalleleri, yeni gökdelen planlamasından kurtulan ve eski Beijing’deki yaşamı göstermek için tutulup korunmaya alınan birkaç bölgeye dağılmıştı.
Çin’in başkenti, modernliği ile her göreni ne kadar etkiliyorsa, geleneksel Çin’in yok edilmesi de aynı derecede hayal kırıklığı yaratıyor. Üstelik, yeni inşaatlarda da Batı dizaynı ön planda tutulmuş. Çin’in o güzelim çizgileri, geleneksel motifleri hiç kullanılmamış.
Size, eski Çin imparatorlarının o göz kamaştıran eski saraylarını, Budist tapınaklarını anlatmak istemiyorum. Zira onları görmeden, güzelliklerini tahayyül edemezsiniz.
Tükürmeyen, çöp atmayan insanlar
Peki, bunca modernleşme fırtınası içinde, sıradan Çinli ne yapıyor?
Parkları, sarayların bahçelerini dolaştım. Gerçek Çinli’nin hiç değişmediğini gördüm. Üstelik, aynı dönemde onların da Bayram tatili vardı. Yüzbinlerce insanla birlikte dolaştık. Doğrusu, Beijing’in kalabalığı karşısında, İstanbul bana artık Zürih gibi, sessiz sakin gelecek.
Çinli günlük yaşamını korkunç bir trafik içinde geçirdiği için olacak, tatil günlerini, hava güzel ise parklarda şarkı söyleyerek, kart oyunu oynayarak ve geleneksel egsersiz hareketleriyle geçiriyor.
Beni asıl etkileyen ise, böylesine müthiş bir nüfusun kibarlığı, temizliği ve disiplini oldu.
Düşünebiliyor musunuz, yüzbinlerce insan bütün gün parkları dolduruyor, sabahtan akşama kadar ailece veya arkadaşlarıyla dolaşıp eğleniyor, ancak bizim çok alışık olduğumuz bazı şeyleri yapmıyor...
Örneğin, yere bir kağıt parçası veya sigara izmariti atan yok. (!)
Örneğin, piknik sonrası beraberlerinde çöpleri yere değil, kutulara atıyorlar (!)
Örneğin, çimlerin üzerinde yatan, mangal yakıp köfte pişiren hiç yok (!)
Örneğin, bağırarak konuşan, birbiriyle itişip kakışan, gürültülü şekilde şakalaşan insanlar olmadığı gibi, birbirini kovalayan yüzlerce çocuk da yok (!)
Beijing'i çok amma çok kıskandım
Ne garip değil mi, temizliği, kibarlığı ve düzeni o kadar özlemişim ki, bu değerlerin Çin’de bu kadar yaygın biçimde uygulanması beni hayrete düşürdü.
Beijng, gerek günlük yaşam açısından gerekse kent yaşamı açısından İstanbul’dan bir kaç gömlek ilerde. Çin eğitiminin, çocukluk döneminden itibaren verilen terbiyenin ne olduğu çok iyi anlaşılıyor. Tabii, kendi açımızdan çok kızdım, çok kıskandım.
Buna boş yere, Çin mucizesi denmemiş...
Birbirimizi yanlış anlamayalım.
Çin ekonomisinin düzeltilmesi gereken çok zayıflıkları var. 1,5 milyarlık bu ülkedeki zenginlerle fakirler arasındaki gelir farkı en büyük sorun. Ancak, madalyonun kötü tarafına ne kadar bakarsanız bakın, genel bilanço yine de Çin’den yana.
Yıllar boyunca, Çin mucizesinden söz edildi. Bu mucize artık gerçekleşiyor. Hem de kendine özgü bir şekilde, kendine özgü koşullar altında, Çin her gün devleşiyor. Bu ülkenin kendine güveni artıyor ve kurdukları sistem işliyor.
Kominist rejimlerin yönettiği ülkeleri gördüm. Tek lider-tek parti yönetimlerini gördüm. Hepsinin bir aldatmaca yönü vardı.
Gözönündeki bölgeleri bakımlı ve zenginse, mutlaka arka bahçeleri fakir ve geriydi. Çin’de bunun aksini gördüm. Fakirse fakir, zengin ise gerçekten zengin... Kendi kendini aldatmayan bir ülke.
Yarınki yazımda, Çin’in 45-50 yıl sonrasına bakacağım. Amerika’nın ve özellikle Avrupa’nın nasıl korkmaları gerektiğine değinmek, Rus-Çin-Hint üçlüsünün ilerde dünyaya hükmedebileceklerini söylemenin artık kehanet sayılmaması gerektiğini anlatmak istiyorum.
Paylaş