Paylaş
Sayıları giderek artıyor. Son verilen rakamlar 50 bine yaklaşıldığını gösteriyor. Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınan göçmenlerin kamplarından neredeyse hemen her hafta kavga haberleri geliyor. Üstelik sürekli şekilde sayısı artıyor ve yaygınlaşıyor. Eğer böyle devam ederse sorunlar büyüyecektir.
50 bin kisilik bir kentten sözediyorz. Yakında bu rakam çok kolaylıkla 100 bine ulaşacaktır. Gelenlerin arasında etnik bölünmelerin ve kişisel kavgaların çok olduğu büyük bir kitleden sözediyoruz. Hele Suriye’deki iktidar değişikliği uzarsa, bu göçmen olayı daha da dallanıp budaklanacak ve gereken önlemler şimdiden alınmazsa, bu kent başımıza büyük sorunlar açacaktır.
Göçmen kabul etmek insani bir harekettir. Ülkemiz de, göçmenlere kucak açmakta çok hoş görülüdür. Ancak, bunun bir ölçüsü olmalı, hem de gelenlerin yönetimine çok dikkat gösterilmelidir.
Bundan önceki örneklerden devam edersek, Türkiye’miz göçmene kollarını açmakta, ancak işi orada bırakmaktadır. Bu olayın gerektirdiği çalışmalardan kaçınmaktadır. Şikayetlere bakılacak olursa, bu insanlara ne gerektiği kadar yiyecek içecek verilmekte, ne sağlık sorunlarına yeterince el atılmakta, ne de iyi muamele edilmektedir.
Bürokrasimizin ve güvenlik güçlerimizin eline bırakılmışlardır. O zaman da genel yaklaşım
“ hem size iyilik ediyoruz hem besliyoruz, hem ölümden kurtarıyoruz, sonra da bizden sikayet ediyorsunuz nankör herifler” şeklinde oluyor.
Kötü muamele ediyoruz.
Yeterince ilgilenmiyoruz.
Hepsini suçlu gözüyle değerlendiriyoruz.
Unutmayalım ki bu insanlar apayrı bir kültürden geliyor. Evlerini her şeylerini bırakıp korku içinde bilmedikleri bir maceraya girmiş durumdalar. Korunmasızlar. Alışkanlıkları, etnik duyarlılıkları, kavgaları vardır. Üstelik bizim ülkemizde bir süre için misafir kalacaklardır.
Onlara karşı ne kadar ılımlı ve anlayışlı davranır, ihtiyaçlarını ne kadar iyi karşılayabilir, ne kadar iyi muamele gösterirsek, ilerde Suriye için de çok güçlü bir Türk lobisi oluşturabiliriz. Aksine dayak atarak güvenlik ve disiplin kurmaya çalışır, duyarlılıklarını umursamaz, su ve yiyecek gibi en tabii haklarını yeterince karşılamayıp onlara tepeden bakarsak binlerce Türk düşmanı yaratmış oluruz.
Sadece Türk düşmanı değil aynı zamanda başımıza da yepyeni ve büyük sorunlar açarız. Aman dikkat.
TEMMUZ SIKINTISI
Artık biliyorsunuz; genelde Temmuz’da ekranı bırakıyorum. Gündemi takip etsem de biraz daha dışarıda kalmaya, kafamı boşaltıp yeni yayın dönemine kendimi hazırlamaya çalışıyorum. Aileme, kendime vakit ayırmaya gayret ediyorum.
Gündemden uzaklaşmayı başarsam; bu sefer geçmişin hayaleti peşimi bırakıyor.
Zira Temmuz ayı hepimiz için büyük acıların ve katliamların anılarını taşıyor.
2 Temmuz 1993, Madımak.
Sivas’ta güvenlik güçlerinin gözünün önünde, devletin gözünün önünde, gözümüzün önünde; müdahale edilmeden 37 kişi öldürüldü. Canlı canlı yakıldı. Dumandan boğuldu.
Yakanlar, kışkırtıldılar ya da galeyana geldiler. Olayların arkasında “Ergenekon” var ya da yok. Önemli mi?
Yakanlar, katil.
Sonrasında yaşanan, bir yargı rezaleti.
Ölenler, geri gelmiyor...
Unuttuk mu? Evet.
Unuttuk ki, hala çeşitli illerde Alevi vatandaşlarımızın evleri, kapıları işaretlenebiliyor.
Unuttuk ki anmak isteyenlere polis biber gazı sıkabiliyor.
5 Temmuz 1993, Başbağlar.
PKK, Erzincan’ın Kemaliye ilçesinin Başbağlar Köyü’nü 100 kişiyle bastı.
Akşam namazını kılan cemaat camiden dışarı çıkarıldı. 29 kişi kurşuna dizildi. Evler, okul, cami ve halkevi ateşe verildi. Yaklılan evlerde saklanan 4 kişi de yanarak öldü.
Abdullah Öcalan eylemden haberi olmadığını; Dr. Baran kod adlı bir örgüt sorumlusunun eylem emrini verdiğini söyledi. Eski Özel Harekatçı Ayhan Çarkın katliamın JİTEM’in iş olduğunu iddia etti. Sivas ve Başbağlar katliamlarını birbiriyle ilişkilendirenler, “Ergenekon” işi olduğunu iddia edenler oldu. Önemli mi?
Öldürenler, katil.
Ölenler, geri gelmiyor...
Unuttuk mu? Evet.
Unuttuk ki hala “Barış” yok. Unuttuk ki PKK hala saldırıyor. Unuttuk ki hala bu kadar iddia ve ifadeye rağmen JİTEM kimdir, kim değildir, ne yaptı bilemiyoruz.
11 Temmuz 1995, Srebrenitsa.
Dünyanın gözü önünde, tüm katliam yaşanacağı istihbaratına rağmen, Birleşmiş Milletler’in “Güvenli bölge” sinde, 400 silahlı Hollanda Barış Gücü askerinin korumasında; Sırplar, 5 gün boyunca, 13-70 yaş arası 8300 Boşnak erkeği katletti.
Cesteleri parçalanıp 64 toplu mezarlara kondu. Mezarların çoğu hala bulunamadı.
Katliamın komuta kademesindeki sorumlularının bir bölümü ancak yıllar sonra, o da sağda solda rahat rahat dolaşırken çekilmiş fotografları basına yansıyınca ve AB Sırbistan’a bunları yakalamadan giremezsin dedi diye yakalandı.
Katliamı yapanların büyük bir çoğunluğu ise cezasız kaldı.
Lahey Adalet Divanı Srebrenitsa Katliamı’nı tarihte ilk kez hukuki belgeli şekilde “Soykırım” olarak tanımladı.
Önemli mi?
Öldürenler, katil.
Ölenlerin, mezarı bile yok.
Unuttuk mu? Evet.
Unuttuk ki, o mezarlar hala bulunamadı.
Unuttuk ki Sırp savaş suçlularının büyük bölümü hala “Kaçak”.
Unutmayalım, unutturmayalım; ki bir daha yaşanmasın.
Temmuz’dan da, başka aylardan da bir daha sıkılmak zorunda kalmayalım.
DİRİKER EFSANESİ…
Osmanlı İmparatorluğunun son yılları ve Cumhuriyetin ilk döneminde, tam 37 yıl süreyle Komutanlık yapmış bir efsane ile ilgili nefis bir kitap çıktı.
Ahmet Nuri Diriker Paşa’ nın Hatıratı: Cephelerde bir Ömür.
Scala Yayıncılık tarafından çıkarıldı ve kitabın yazarı da, Paşa’nın torunu olan Ahmet Diriker.
Kitabı, hikayesinin dışında daha da ilginçleştiren yanı, Genelkurmay’dan alınmış birçok muhareberinin savaş günlükleri ve belgelerin de bulunması. Tarihçiler için altın değerinde bir çalışma.
Diriker Paşa’nın katıldığı savaşlara bakınca, hazinenin derinliği daha iyi anlaşılıyor:
- Osmanlı-Yunan savaşı-Bulgarİsyanı-Arnavutluk isyanı-Yemen,Asir, Sana, Amra Muharebeleri-1 inci Dünya Savaşında, Çanakkale ve Hicaz muharebeleri-İstiklal Savaşı- Doğu İsyanları.
Yazar Ahmet Diriker, benim de yakın akrabam olduğu için, kitabı daha da farklı bir gözle okudum ve gurur duydum. İlk denemesinde, hem dedesini onurlandırdı, hem de yazarlık sınıfını geçmiş oldu.
Tavsiye ederim.
Paylaş