Paylaş
Başından beri inanmadım.
Cumhurbaşkanı Özal'ın zehirlenerek öldürüldüğü iddiaları hiçbir zaman mantıklı gelmedi.
Tam anlamıyla, bir komplo teorisi üretilmiş ve konuşuldukça da insanlar inanır olmuşlardı.
Aile çok ısrarlıydı.
Sonunda Cumhurbaşkanı Gül de dayanamadı ve inceleme mekanizmasını işletti.
Adli Tıp’ın raporu, beklendiği gibi, Özal'ın vücudunda bazı zehirli maddelerin bulunduğunu, ancak “Ölümünün zehirlenmeden kaynaklandığının anlaşılamadığını” gösterdi.
Uzmanlar, zehirli maddelerin, cesedin bunca yıl toprak altında kalması sonucu oluşmasını normal karşılıyorlar.
Tabii şimdi de Adli Tıp cinayeti sakladı" veya "Bu kadar zehir bulunması dahi, zehirlenip öldürüldüğünü ispat etmeye yeter" gibi tepkiler olacak ve kimseler tatmin edilemeyecek.
Ancak, artık yeter.
Başta aile olmak üzere, şu ısrardan vazgeçilsin ve Özal rahat bırakılsın.
Üstelik, Özal’ın zehirlenerek öldürüldüğü kanıtlanmış olsaydı dahi, neyi ispat edecektik?
Bunca yıl sonra nasıl bir araştırma yapılacak da kim yakalanacaktı?
Ülkenin gündemi yeterince komplo teorileriyle doluyken, bir yenisini daha eklemenin hiç mi hiç yararı yok.
ERGENEKON DAVASI, KENDİ KENDİNİ YARALADI
Savcı, bir aksilik olmazsa, bugün mütalasını açıklayacak ve Ergenekon davasında yeni bir aşamaya girilecek
Bu dava ne yazık ki başından itibaren çok kötü yönetildi. Toplumun vicdanını rahatsız eden, abartılı, hukuk anlayışı ile uyuşmayan, verilen yetkilerin hoyratça kullanıldığı bir süreçten geçti.
Öylesine genişletildi, öylesine dal budak saldı ki karmakarışık bir noktaya gelindi.
Oysa, bu davanın içinde çok doğrular vardı. Bazı iddialar düşünüldüğünde mutlaka yargılanması ve cezalandırılması gereken insanlar bulunuyordu. Temelde haklı, ancak uygulamada çarpık bir manzara ortaya çıktı. Oysa, en baştan itibaren farklı şekilde ele alınmış olsa, hukuk kuralları harfiyen uygulansa, bugün savcı heyecan içinde izlenecekti.
Daha mütala verilmeden, yargı sistemimiz ve uygulayıcılarımız sınıfta kaldılar.
Süreçte benim gibi Ergenekon davasını destekleyenler dahi hayal kırıklığına uğradı. Yıllardır yaşananlar çoğumuzun içine sinmedi. Bundan sonra verilecek cezalar da vicdanlara pek sinmeyecektir.
SIRRI SAKIK, TEPKİ GÖSTERMEKTE HAKLI...
TV'lerde izlemişsinizdir.
Bütçe görüşmeleri sırasında, MHP'li Oktay Vural'ın annesinin vefatı haberi, genel kurula duyuruldu ve her gurup başkanvekili de çıkıp, arkadaşlarına başsağlığı dileme konuşması yaptı.
Son derece insani ve doğru bir hareketti.
BDP milletvekili Sırrı Sakık söz alana kadar ben de pek farketmemiştim. Sakık üzülmüştü.
Kısa bir süre önce oğlunu kaybetmiş, ancak kimseler kalkıp ona basit bir "Başsağlığı " dahi dilememişti.
"Burada bile ayrımcılık yapıyorsunuz." dedi.
Çok haklıydı.
Keşke gurup başkanvekilleri hemen orada kalkıp Sakık' a hak verseler ve başsağlığı dileselerdi.
İnsanlık bunu gerektirirdi.
KİTAP KÖŞESİ KİM DİNLENMİYOR Kİ?
Hepimiz bir şekilde dinleniliyoruz. Ya da hepimiz dinlenildiğimizi zannediyoruz. İkisi de çok feci. Son yıllarda başlayan yargılama fırtınası ile bu dinlemeler daha da gündeme geldi. Hatta, hiç azımsanamayacak derecede, davalar ve tabii ki de gündem bu “TAPE”lerden oluştu. Birçok kişinin özel konuşmaları iddianamelerde yer aldı. Savaş Akın ve Lokman Dağ, bize gerçek polis dinlemelerinden, gazetelerde gördüklerinizden daha “Komik” bir kitap hazırlamışlar. “Tape’den Kodese – Sus Ulan Polis Dinliyor”. Postiga Yayınları’ndan çıkan kitap, emin olun insanı kahkahalara boğuyor. (postigayayinlari.com)
*
İRAN VE TERÖR
Bülent Keneş, İran hakkında yazdığı “İran: Tehdit mi Fırsat mı?” ve ardından çıkardığı “Hassan Sabbah’tan bugüne İran ve Terör” kitaplarıyla, komşu İran’ı anlatmaya devam ediyor. Ortadoğu’nun baş aktörlerinden olan İran’ın bölgedeki gruplara ve devletlere sağladığı silah, para ve siyasi desteği biliniyor. İran’ın nükleer çalışmaları son hızla devam ediyor ve bu iki özellik İran’ın batı dünyasında, özellikle de İsrail’de tehdit olarak algılanmasına yol açıyor. İran’ın terör örgütleri ile bağlantıları ve Türkiye ilişkileri Keneş’in son çalışması İran ve Terör’de. (timas.com.tr)
Paylaş