Paylaş
Doğrusunu söylemek gerekirse, Memecan ailesinin başına gelenleri hayretle izliyorum.
Nursuna Memecan, AKP’nin milletvekili. Eşi Salih Memecan ile birlikte, parti lideri Erdoğan’ı yemeğe davet etmişler.
Bunda herhangi bir garabet olamaz.
Başbakan daveti kabul edince de, kendilerine yakın hissettikleri bazı gazetecileri de yemeğe çağırmışlar.
Herhalde bunda da herhangi bir garabet olamaz.. Ancak gelin görün ki, hem Memecan’lar hem de davetli gazeteciler yerden yere vuruluyorlar. Ne yalakalıkları kaldı, ne de şakşakçılıkları. Neredeyse vatan haini ilan edilecekler. Üstelik, davetli iş adamlarına kimse ses çıkartmıyor. Gürültü, katılan ve katılmayan gazeteciler arasındaki kavgadan çıkıyor.
Bana bu yaklaşım çok garip geliyor.
Başbakan yemeğe davet edilemez mi? Bu tip bir yemeğe katılmak ayıp mıdır? Bir Başbakan’ın politikalarını beğenip övmek günah mıdır?
Olur mu böyle şey?
Herkes muhalif olmak zorunda mı?
Memecanların suçu AKP lideri ve başbakanı yemeğe davet etmek midir?
Galiba asıl suçlu, yemek sonrasında verilen demeçler, yazılan yazıların içeriğinden kaynaklanıyor.
Ben, Başbakan’ın bu tip yemeklerinden hiçbirine davet edilmedim. Davetlileri de hiçbir zaman eleştirmedim. Aksine, ülkeyi yönetin bir kişinin neler düşündüğünü öğrenebildiklerinden dolayı gıpta ettim. O yemeğe gidenlerin içinde Başbakanı zehir zemberek eleştirenler de vardı. Neden böyle bir toplu isyan yaşandı anlayamadım.
İşin içinde kıskançlık var galiba (!)
HAYIR SAYIN BAKAN, GÖRÜŞÜNÜZÜ PAYLAŞAMIYORUM
Mehmet Ali Şahin, bu kabinenin en ilginç, açık sözlü ve cesur bakanlarından biridir. Bu köşe’de, attığı çeşitli adımlar ve açıklamalar için övgü yağmuruna tutulmuş bir isimdir. Ancak, son bir demeci oldu ki, yakıştıramadım.
Adalet Bakanımız, yazar Temel Demirer hakkında 301’den dava açılması için onay verdiğini şu şekilde açıkladı: “Adam, ‘Türkiye katil devlettir. Önce Ermenileri katletti şimdi Kürtleri katledecek’ diyor. Kimse kusura bakmasın. Ben, devletime ‘katil’ dedirtmem. Bu ifadeler düşünce özgürlüğü değildir. Tam da 301. maddede düzenlenen devletin şahsiyetini aşağılama suçudur”
Neresinden bakarsak bakalım, Demirer’in bu sözleri, ne kadar ağır bir suçlama içerirse içersin yine de ifade özgürlüğüdür. Demirer, T.C. Devleti hakkındaki görüşünü açıklamaktadır. Tepki duyabiliriz, ancak yine de bir özgürlükle karşı karşıyayız.
Bakın göreceksiniz, Demirer 301’den cezalandırıldığı taktirde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi cezalandıracaktır.
Demirer’in durumu, 301 inci maddeyi yeterince değiştirmediğimizi gösterecektir.
FATİH’İN MAAŞINI HALA TARTIŞIYOR MUYUZ?
Fatih Terim, Avusturya ile Milli Takımımız arasındaki hazırlık maçında yine omuzlarda dolaştırıldı.
Ne kadar yorucu birşey değil mi?
Birileri kafalarını kazandığınız paraya takıyor ve keyfinizi bozuyor. Tadınızı kaçırıyor. Sonra bir bakıyorsunuz, aynı kişiler sizi yere göğe oturtamıyor.
Neden?
Zira maç kazandınız (!) Kazara Avusturya’ya kaybetseydik, Terim şu sıralarda cayır cayır yakılıyor, “parası kesilsin mi, kesilmesin mi?” diye anketler düzenleniyor olurdu. Allah Terim’i korudu.
Ne zor ülkede yaşıyoruz değil mi? Kıstasları dengesiz, değer kıymeti yok, sadece kıskançlıkla beslenen bir toplum.
Fatih hoca, bugün aldığının birkaç mislini hakediyor. Sırf , bizlere dayanabilmesi bile yeter...
GÜNDÜZ’Ü HEP HATIRLAYACAĞIZ
Gündüz Aktan’ı en sevdiği yere, Büyükada’ya gömdük. Aslında hepimizin gönlüne gömüldü ve hep orada kalacak.
Türkiye’nin çok gereksinme duyduğu bir kafası, çalışkanlığı ve donanımı vardı. Aksi gibi görünürdü, ancak çok sevecen ve kibar bir kişiliğe sahipti.
Aktan, bu ülkeye çok şey verdi. Bazılarımız vardır, hiçbir şey vermedikleri gibi, sadece alırlar.
Hiç unutmam, ilk defa 1980’lerde Turgut Özal’a çalıştığı dönemlerde tanışmıştık. Önce itişip kakıştık, ardından çok seviştik. Görüşlerini paylaşmadığım zaman dahi, yakınlığımızı sürdürdük.
Gündüz Aktan’ı hep hatırlayacağız.
DEVRİM ARABALARI’Nİ MUTLAKA GÖRÜN...
Başta Ali Saydam olmak üzere birçok arkadaşım “mutlaka git” demişlerdi. Ne yazık ki, sinemaya gidecek vaktim olmamasına rağmen, ne yaptım ettim ve Devrim Arabalarına gittim. Gittiğime de emin olun çok memnun oldum. Zira benim kuşağımın hikayesi anlatılıyordu. Gayet iyi hatırladığım olaylardı.
27 mayıs 1960 ihtilalinin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Türkiye’nin de otomobil yapabileceğini söylemiş ve bir gurubu görevlendirmişti. Otomobil gerçekten yapıldı ve Devrim adı verildi. Aslında, bu deneme, topluma bir güven verme çabasıydı. Yoksa üretime geçilmesi pek düşünülmemişti. 4 adet “Devrim” otomobili, pahalıya mal olsa dahi , tamamen Türk işçiliğiyle yapıldı. Ancak ilk denemede, benzin konulması unutulduğu için , biri yolda kaldı. 27 mayıs ihtilalinin yarattığı olumsuz hava içinde de , basına “ Devrim yolda kaldı” diye yansıdı ve defter kapandı.
Filmin hikayesi bu.
Ben çok çok beğendim. 1960’ların Türkiye’si öyle güzel anlatılmış, öyle güzel oynanmış ki,zaman zaman gözlerim dolarak izledim. Temposu biraz düşük olmasa herhalde tadına doyum olmaz.
“Biz kim, otomobil yapmak kim” kompleksimiz, bürokrasinin her yeniliğe karşı çıkışı, devlet içi entrikalar ve bütün bunlara karşı “zoru başarmak, yeni bir şey yapmak” isteyenlerin savaşı.
Yapımcısından, oyuncusuna, ışıkçısından, senaristine kadar hepsini tebrik ederim. Mutlaka gidin. 1960’lardaki Türkiye ile bugünkü Türkiye’nin farkını görün...
LOZAN MASASI BİZİM OLSA, ÇOKTAN SOBALIKTI (!)
İsviçre Devletinin çok nazik jestini gazetelerde okumuşsunuzdur. 1923’te T.C. Devletinin temelini atan Lozan antlaşmasının üstünde imzalandığı masayı, Federasyon Başkanı Pascal Couchepin, iki ülke arasında ilk diplomatik ilişki kurulmasının 80 inci yıldönümü münasebetiyle yaptığı resmi ziyaret sırasında Cumhurbaşkanı Gül’e hediye etti.
Şöyle bir düşündüm... İsviçre’liler 80 yıldır bu masayı korumuşlar. Bizde olsa acaba ne yapardık? Herhalde, devlete ait bir depoda çürümeye terkedilir ve günün birinde de, depo bekçisi tarafından soğuk bir kış günü ısınmak için, ayaklarından başlanıp, yavaş yavaş, sobasına odun yetmedikçe parçalanıp yakılırdı... Antlaşma Allahtan İstanbul’da değil de Lozan’da imzalanmışta, tarihi masa ayakta kalmış.
EL KAİDE’NİN SIRLARI
Faik Bulut çok ilginç bir kitap çıkardı. Cumhuriyet Kitapları tarafından piyasaya verilen bu çalışmanın en ilginç yanı, El Kaide’nin Türkiye’yi bir “buluşma yeri” olarak kullandığını açıklaması. Orta Doğu ve terör eylemlerini yakından izleyen Bulut, bu örgütün Türkiye’deki durumunu da çok güzel anlatmış. Bulut’un kitabını kaçırmayın.
GÜNEYDOĞU VE GAP
Ramazan Topdemir’in İletişim’den piyasaya verdiği kitabı, Güneydoğu’ya asker-silah veya PKK açısından değil, bölgeye Atatürk döneminden başlanarak yapılan yatırımlar açısından yaklaşıyor. Çok dikkatli ve titiz bir inceleme.
“Atatürk’ün Doğu-Güneydoğu Politikası ve GAP” adlı kitabı, madalyonun öbür yanını merak edenler okumalı.
ATATÜRK’ÜN YANIBAŞINDA
Doğan Kitap’tan bir Atatürk anısı kitap daha.
Mustafa Kemal Ulusu, babası Nuri Ulusu’nun anılarını derlemiş. Çankaya Köşkü kütüphanecisi olan Nuri Ulusu besbelli çok titiz bir insanmış. İlginç anıları var. Kemal Ulusu’ya da babasını ölümsüzleştiren bir kitap yayınlatmanın gururu kalmış. Ne mutlu ona...
Paylaş