Paylaş
Herşey 16 Aralık Perşembe akşamı başladı.
Türk heyeti Conrad otelde bekliyordu. Beklenen de, Konsey binasında toplanan AB’ ye üye 25 ülkenin Devlet ve hükümet başkanlarının akşam yemeklerinin bitmesiydi.
Türk heyetindeki hava, özellikle Fransız Devlet Başkanı Chirac’ ın bir gün önceki TV konuşmasından sonra iyimserliğe dönmüştü. Masa üstünde 4 nokta vardı.
Biri, müzakerelerin ucu açık olacağı ve anlaşmazlık halinde Türkiye ile ilişkilerin nasıl gelişeceği ile ilgili olan ve Fransanın çok önem verdiği madde...Türkiye bu cümledeki” ucu açık” ve “Türkiye’ nin AB’ ye çapalanması” kelimelerinin mutlaka çıkarılmasını istiyordu.
Diğeri, “sürekli” kısıtlamalar maddesiydi. Başbakan “ sürekli” kelimesinin düşürülmesinde ısrarlıydı.
Üçüncüsü de Kıbrıs paragrafıydı. Erdoğan , toplantı yaklaştıkça sesini yükseltiyor ve Kıbrıs paragrafının tümüyle çıkarılması gerektiğini belirtiyordu.Kıbrıs paragrafı, Türkiye’ nin Gümrük Birliğini Kıbrıs’ı da içine alacak şekilde, katılım müzakereleri başlamadan önce genişletmesini ve imzalanmasını öngörüyordu. Türk heyeti bu paragrafın çıkarılamayacağını, ancak Kıbrıs’a da genişletilmesinin katılım müzakerelerinden sonra yapılabilineceğine inanmıştı.
Galiba en büyük hataları da buydu.
Ancak çok geç farkına vardılar.
Perşembe akşamı 23.00 sıralarında birden bire bir fırtına esiverdi.
25’ler yemeklerini bitirdiler ve Hollanda Başbakanı, yanına Komisyon Başkanını da alarak basının karşısına çıktı. Basın salonu tıklı tıklımdı.
Tarihi bir açıklama yaptı:
“ Avrupa bugün Türkiye’ ye kapılarını açmıştır. Avrupa için de bu tarihi bir sürecin başlangıcıdır. Bu müzakereler , tam üyelik garantisini getirmez, ancak hedefi tam üyeliktir.” Dedi.
Türkiye’ nin beklediği tarihi karar basın salonunu adeta titretti. Hollanda başbakanı bu konuşmasıyla, Fransanın istediği ucu açıklık konusunun da kararlaştırıldığını, Türkiye’ nin itirazlarının dikkate alınmayacağı mesajını da vermiş oluyordu.
TÜRKİYE’ YE EŞŞEĞİ KAYBETTİRİLİYOR...
Ancak benim merakla beklediğim iki konu daha vardı.
Biri “sürekli kısıtlamalar” diğeri de Kıbrıs idi.
Hollandalı “ Bu iki konu yarına kaldı. Bu akşam ben Erdoğan ile konuşacağım ve bir çözüm arayacağım” deyince, işlerin nerede tıkanacağı anlaşılıyordu.
Gece yarısından sonra sürpriz ortaya çıktı. Dönem başkanı Hollanda, beklenmedik bir öneri hazırlamıştı. Türkiye’ nin, Gümrük Birliği anlaşmasını Kıbrıs’a da genişletilmesini öngören Ankara protokolünü, hemen orada, Brükselde ertesi sabah imzalamasını istiyordu.
İşte beklenmedik gelişme buydu.
Özellikle İngilizler, son haftalarda Kıbrıs paragrafının mutlaka kalacağını, bu paragrafın ciddiye alınması gerektiğine dikkat çekiyordu, ancak Ankara pek oralı olmamıştı. İngilizler ise Kıbrıs konusunda, AB içindeki duyarlı ülkelerin liderliğini yapıyordu.Ancak onlar dahi bu kadarını beklemiyorlardı. Hollanda cebinden bu öneriyi çıkarınca, Perşembe gecesi 24.00’ ten itibaren tam bir kriz havasına girildi.
Türk heyeti de bu öneriyle ilk defa karşılaşıyordu.
AB, “sürekli kısıtlamalar” ve Kıbrıs’ ı pazarlık potasına atmıştır.
Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül, beraberinde bazı siyasiler ve diplomatlarla Konsey’e gittiler. Hollanda Başbakanının karşısına 20 kişilik Türk heyeti dizildi.Özetle “ Biz bunu kabul edemeyiz” dediler. Tek kabul edecekleri, protokolün, AB ile müzakereler başladıktan sonra imzalanacağının beyan edilmesiydi.
Hollanda ise ısrarlıydı.
Mutlaka imzalanması gerekirdi.
Türk heyetinin Brüksel’e hazırlıksız geldiği, önceliklerini tam anlamıyla saptamadan yola çıktığı işte bu aşamada anlaşıldı. Oysa , kısa bir süre önce AB başkentlerinden uyarı gelmişti: Önceliklerinizi saptayın. Kıbrıs dahil bu maddeler bildiriye girecek.
Türk heyeti perşembeyi Cuma’ ya bağlayan sabaha karşı 02.30 civarında otele asık suratlarla döndü. Hele Gül’ ün suratından düşen bin parçaydı. Dışişleri Bakanı hisleri yüzüne vuran kişidir. Erdoğan daha iyi bir aktör.” Durun bakalım, önerilerimizi verdik” demekle yetindi.
Kıbrıs protokolünü Brüksel’ de parafe etmenindışa yansıtacağı görüntü Erdoğan’ ın baskı altında Kıbrıs’ ta teslimiyeti imzaladığı şeklinde olacaktı. Kıbrıs Rumlarına anahtarların teslim edilmesi, KKTC’ nin silinip atılması şeklinde yorumlanacaktı. Bu, bir nevi siyasi intihar olurdu. Erdoğan’ ın bunu imzalaması söz konusu değildi. Ben dahil, Türk basınıaynı fikirdeydi:Erdoğan bu belgeyi imzalamamalıydı.
Öylesine bir şoktu ki, “acaba Türkiye’ nin kapıyı vurup gitmesini isteyen bazı ülkeler mi bunu ortaya attılar” diye düşünmeye başlamıştık.
İlginçtir, Başbakan bu süreç içinde, genelde AKP’ li milletvekilleri ve bakanlarla kapandı. Beraberinde getirdiği Dışişleri heyetine çok az danıştı. Hoş, olay öylesine gözümüze sokulmuştu ki, diplomatlar da bunun imzalanamayacağını söylüyorlardı.
TÜRKİYE’ YE EŞŞEĞİ CUMA GÜNÜ BULDURULDU
Cuma sabahı pazarlık maratonu 08.30’ dan itibaren başladı.
Kahvaltıda ağır bir hava vardı. Suratlar sarkmış, beklenmedik bir yol kazasına uğranılmıştı. İşte o saatlerde, geriye dönüşten söz edilir oldu. “Durun bakalım, Başbakan Konseye gitsin, yanıtını alsın, ardından karar veririz” deniyordu. Dikkat ettim, Başbakanın etrafındaki siyasilerden bazıları, doruğun bu aşamada koparılmaması gerektiğini, daha büyük zararlarla karşı karşıya kalınacağını söylüyorlardı. Zira bu adım Rumların resmen tanınması anlamına gelmiyordu.
Türk heyeti, hem kendine ayrılan odayı, hem de Hollanda için ayrılmış salonu işgal etti. Tabii bu arada sigara içme maratonu da başladı.
İlk işaret İngilizlerin devreye girmesiyle alındı. Zira onlar da, Erdoğan’ ın böyle bir belgeyi Brüksel’ de imzalayamayacağını anlamışlar veya bu senaryonun bir parçası olarak devreye girmişlerdi.
İşte bu pazarlıklar arasında bir ara Erdoğan , hiçbir şey imzalamayacağını ve ısrar edildiği taktirde Türkiye’ ye döneceğini söyleyip ayağa kalktı. Aslında tiyatro değildi. Gerçekten de yapılabilecek başka birşey yoktu. Araya hemen İngilizler, Almanlar girdi. Bu aşamaya gelindikten sonra kapının kapatılmaması gerektiğini belirttiler. AB’ de zaten bu doruğun başarısızlıkla sonuçlanmasını istemiyordu.
Cuma sabahı 10.00 civarında, Türkiye’ nin Kıbrıs protokolünü Brüksel’ de imzalamasından vazgeçildi.Türkiye’ ye yeni bir Kıbrıs metni önerildi.
Ancak bu da yetersizdi. Hala ortada bir koşul vardı. Bu da, Türkiye’ nin katılma müzakereleri başlamadan önce protokolu genişleteceğinin sözünü vermesiydi.Başbakan Erdoğan’ ın imzalayacağı bir deklarasyon yapılmalıydı. Ankara ısrarla, bu protokolün Güney Kıbrıs’a “ Rumlarla bir müzakere sürecinden sonra genişletilmesi “anlamına gelecek birkaç kelime konmasını istedi.
Sonunda da, arzuladığı derecede olmasa dahi, tatmin edildi.
Hiç değilse bir felaketten kurtulunmuştu.
Türkiye, bir gün önce kaybettirilen eşşeği yeniden bulundurularak sevindirilmişti. Karşılıklı müzakerelerde, Türk heyeti sürekli komplodan şikayet ediyor, Hristiyanların müslüman bir ülkeye karşı önyargılı davrandığını söylüyordu. Çok gerginlik yaşandı.
Türk heyeti, 25 üyeli AB ile müzakereye alışık olmadığını gösterdi. İkili görüşmelere alışmış teknisyenler ve siyasiler, AB’ nin karmaşık çalışma yöntemini anlayamadılar. Anlayamadıkça da, tepkileri arttı.
İçlerinde yine de en sakin Tayyip Erdoğan görülüyordu. Soğukkanlılığını koruyor. Etrafını ve diğer delegasyonları gayet iyi dinliyor ve sonunda kararını veriyordu.
BU DEFA SIRA PAPADOPULOS’A GELİYOR
Bu noktaya gelinebilmesi için de, bu defa Papadopulos üzerinde büyük baskı yapmak gerekti. Bir gece önce elde ettiklerinin parmakları arasından sıyrılıp gittiğini gören Papadopulos ayaklandı. Ancak yapacak fazla bir şeyi yoktu. Yunanistan da, Türkiye ile iplerin kopmamasını arzuluyordu.
Bu arada bizler de farkına vardık ki, Kıbrıs telaşından dolayı, itiraz edilen diğer maddeler ikinci plana düşmüş ve Kıbrıs konusu doruğa damgasını vurmuştu.
Saatler ilerledikçe, Türkiye bir ödün daha aldı ve taslakta bulunan “ müzakerelerde başarısızlık durumunda Türkiye’ nin AB’ ye çapalanacağı” cümlesi, “ Türkiye istediği taktirde..” şekline dönüştürüldü. “ Sürekli kısıtlamalar” cümlesinde de, ufak bir İngilizce değişiklikle, kısıtlamaların sürekli değil, kısıtlama hakkının sürekli olacağı belirtildi.
BAŞBAKAN DEKLARASYONU İMZALAMIYOR
Tam krizin bittiği sanılıyordu ki, bu defa dönem başkanı Hollanda, Rumları tatmin edebilmek için, Türk deklarasyonunun altına , dönem Başkanlığı olarak bundan ne anlam çıkacağını belirtecek bir paragraf istedi.
Tekrar büyük bir kriz süreci başladı.
Buna karşılık, Türk tarafı da, yapılacak deklarasyonun “ Rumların resmen tanınması” anlamına gelemeyeceğini belirten bir başka paragraf istedi.
Bakıldı ki işin içinden çıkılmayacak, her ikisinden de vaz geçildi.
Son gerginlik ise, Türkiye adına yapılacak Kıbrıs Gümrük Birliği protokolünün müzakereler öncesinde genişletileceği deklarasyonunun kim tarafından imzalanacağı gerginliği başladı.
Başbakana “ siz imzalamayın” dendi.
Böylece imzanın düzeyini düşürülmek isteniyordu.
Arandı tarandı ve Devlet Bakanı Beşir Atalay bulundu. Ancak bu defa da Papadopulos itiraz etti.Erdoğan’ ın imzalamasını istedi. Olayın önemi ve siyasi sorumluluğunun Erdoğan’ ın imzasıyla daha iyi vurgulanacaktı. Ancak kimseleri ikna edemedi.
Atalay krizi bitiren imzayı attı.
Herkesin yüzü güler oldu.
Doruk kurtulmuştu.
Bütün bu kavga sonunda, Türkiye 17 Aralık günü ne elde etti?
- Ucu açık müzakerelerin başarısızlığı durumunda, Türkiye’ nin AB’ ye çapalanmasını, Türkiyenin isteğine bağlattı.
- Sürekli kısıtlamaları bir miktar esnekleştirdi.
- Kıbrıs’ta bir belgeyi parafe etmekten kurtuldu.
Ancak en önemlisi, ve bu gerilim sırasında unuttuğumuz, gözden kaçırdığımız büyük kazançları oldu:
-AB’ den net ve açık bir müzakere tarihi aldı.
- Müzakerelerin tam üyeliği hedeflediğini kabul ettirdi.
Avrupa Birliği Türkiye’ ye kapılarını açmış oldu.
Zaten ilerde tarihte bunu yazacak. Yoksa kimse, Kıbrıs protokolünü veya görüşmelerin ucu açıkmış veya değilmişini hatırlamayacak bile.
Özetlersek, Türkiye kazandı.
Paylaş