Gazetecilik yaşamımda çok eleştiri aldım. Bunlardan bir bölümü son derece ağır ve kırıcıydı. Ancak hiçbiri HABERTÜRK Haber portalında 16 Ağustos Salı günü yayınlanan ve portalın sahibinin izlerini taşıyan hakaret dolu bir yazı kadar hayret ettirmedi.
Gazetecilik yaşamımda çok eleştiri aldım. Bunlardan bir bölümü son derece ağır ve kırıcıydı. Ancak hiçbiri HABERTÜRK Haber portalında 16 Ağustos Salı günü yayınlanan ve portalın sahibinin izlerini taşıyan hakaret dolu bir yazı kadar hayret ettirmedi.
Bunun eleştiriyle ilgisi yoktu.
“... Gör annenin örekesini... Ey bütün kötülüklerin, hıyanetlerin babası Mefisto... Ey baş iblis... Senden daha kötü olunamayacağını öğret bu Topal ördeğe...”
Kimse ile atışmak, açıklama yapmak niyetinde değilim. Ben yaptığım işle bugün bulunduğum noktaya geldim. Seviyesizlikle uğraşma niyetinde değilim.
Ancak bu kadar hakareti de görmezden gelemem. Bundan dolayı HABERTÜRK portalını ve Star TV’yi mahkemeye vereceğim.
Gazeteciliğin kimseye hakaret etme serbestisi vermediğini herkes kabullenmek zorundadır.
Bütün bu hakaretleri okuduktan sonra ne beklersiniz?
Medya’nın böylesine bir düzeysizliğe karşı çıkması, hiç değilse prim vermeyerek benimsemediğini göstermesini beklemez misiniz?
Hayır?
Tam aksine, medyada kimileri sırf bir kavganın getireceği ilginin reytingini veya popüleritesini paylaşmak, kimileri de, kıskançlığını veya eski bir hesabını kapatmak için hakarete prim verdi.
Ne acı, ne yazık.
Üstelik, bu saldırının nedeni de hiç ilgimin olmadığı bir gelişme. Haber Türk’te bu yazıyı kaleme alan kişinin (Star TV bunun Ufuk Güldemir olduğunu açıkladı) kız arkadaşının geçen yıl benim de icra kurulu üyesi olduğum CNN TÜRK’ten çıkarılması(!)
Ne bilgim var, ne de ilgim. Söz konusu kişinin çıkarıldığından bile habersizdim. Yazının gerekçesinin bu olduğunu çok iyi biliyorum. Zira yazının sahibi bana bizzat (yine hakaretlerle dolu bir konuşmada) açıkladı.
Şimdi ne yapalım?
Susalım, görmezden gelip uğraşmayalım mı, yoksa bir haksızlığa karşı mı çıkalım.
MİKE TYSON ALİ KARACAN’DAYDI
Mike Tyson’un hepimiz tanırız.
Sadece dünya ağır siklet boks şampiyonu olarak değil, karıştığı skandallarla ünlenmişti. Perşembe akşamı Ali Karacan’ın boğaz’daki evindeydi.
Dev gibi bir adam.
Yanına yaklaştığınızda, boş yere şampiyon olmadığı hemen anlaşılıyor. Tyson’ı buraya getiren, Formula 1 merakı. Bir yandan boğazın güzelliği, öte yandan Karacan’ın konukları arasında Tyson, ilgi odağı idi. O da bu ilgiden son derece memnun. Müthiş mütevazi. Ne sorsanız yanıt veriyor, isteyenlerle resim çektiriyor.
Meğer, dünyanın neresinde olursa olsun Formula 1’i izlermiş. “Bu defa İstanbul olunca çok sevindim. Zira hem Türkiye’yi hem de özellikle İstanbul’u merak ederdim ve hiç görmemiştim” dedi ve boğazın manzarasını işaret etti: Şu güzelliğe bakın...
F 1, İstanbul’un marka niteliğini daha da pekiştirdi. Bizleri de daha dünyalı yaptı.
Mike Tyson ile ayaküstü dahi olsa konuşmak hoştu...
YAŞASIN F-1 (!)
Bu hafta sonu farklı geçecek. Şimdiye kadar alışmadığımız görüntüler, sesler ve insanlarla karşı karşıya geleceğiz.
Açıkçası hayatımız renklendi.
Bizler şimdiye kadar, vınlayarak birbirinin peşinden koşan müthiş otomobilleri hep televizyonlarda izlerdik. Kimi zaman nerede döndüklerini dahi bilemezdik. Yarışın nasıl gerçekleştiğini bilen meraklıları ilgiyle izlerdik.
Şimdi bütün bunlar içimize girdi. Günlerdir yemiyoruz, içmiyoruz bu insanları izliyoruz.
Müthiş bir değişim.
Doğrusunu söylemek gerekirse, F-1’in Türkiye’ye gelebileceğine inananlarımızın sayısı çok azdı. Böyle büyük prnojelerin bürokrasi batağından kurtulamadığını çok gördük. Bazen de para bulunamadığı için gerçekleşemedi. Başbakan ne kadar “pahalıya çıktı. Bu kadar olacağını bize söylememişlerdi” desin, projenin baş mimarlarından Mehmet Yıldırım’a (İstanbul Ticaret Odası eski başkanı) büyük bir bravo.
Olmaz denileni gerçekleştirdi.
Bizi bilemediğimiz bir dünya ile tanıştırdı.
İstanbul neşelendi, Türkiye Uluslararası konuşmaların odağına yerleşti.
Bu tip olaylar, belki hemen farkına varamıyoruz ancak bizim dünyamızı, vizyonumuzu da değiştiriyor.
F-1’i gerçekleştirenlere teşekkürler.
BU DURUMDAN, PKK SORUMLUDUR…
Türkiye, AB Kopenhag kriterlerine uyum sağlayabilmek için, terörle mücadele yasalarında değişiklikler yapmış ve insan haklarını zorlayan maddeleri değiştirmişti. Bu adımın atılmasını kolaylaştıran en önemli unsur, PKK terörünün durmuş olmasıydı. Böylesine bir ortamda, sert önlemlere gerek kalmadığı sonucuna varılmıştı.
Bu yasalar şimdi yeniden gözden geçiriliyor ve ince ayar yapılıyor. Yani sertleştiriliyor.
Nedeni de basit: PKK’ nın mayınlı terörü başlatması…
Eğer bu gelişme yaşanmasaydı, Türkiye bugün eski önlemleri tekrar gündeme getirmezdi.
Şimdi eminim büyük bir gürültü çıkarılacak.Türkiye’ nin insan haklarını çiğnediği söylenecek ve Avrupa Birliği üzerinden baskı yapma planları devreye girecektir.
Bilinmesi gereken önemli bir nokta var. O da, Uluslar arası boyutlarda öylesine bir terör kaygısı var ki, hiç kimse alınacak önlemlere karşı çıkamaz. İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkeleri öylesine sert yasalar çıkarmaya hazırlanıyorlar ki, kalkıp Türkiye’ nin atacağı adımlara itiraz edemezler.
Üstelik, itiraz etseler dahi kendi bilecekleri bir iştir. Bu ülke yakaladığı istikrarı bir grubun isteklerine heba edemez.
KUŞADASI ÖNEMLİ BİR DEĞİŞİM GEÇİRİYOR…
Uzun yıllar Kuşadası benim için bir cennetti. Cemile Garan beni elimden tutup Kuşadasına taşımıştı. Şirin bir kasabaydı. Türkiye’ de turizmin başlangıç noktasıydı.Ege’nin tarih hazinelerinin dev turist gemilerine açılan kapısıydı.
Bu cennet köşe, yıllar içinde gözlerimin önünde yağma edildi.
Betonlaştırıldı. Sırf biraz daha para kazanabilmek için, birbirinin üstünde, birbirinden çirkin binalar ve kooperatifler yapılmasına göz yumuldu.
Ege’nin en güzel kasabası, bir süre sonra acaip bir şehir oldu. Sonunda dayanamadım ve Cemile Garan’ı, cennet gibi bir bahçe içindeki evde bırakıp, Cemre ile birlikte Bodrum’a taşındık.
Geçenlerde, Halil Özbaş’ın düğününe katılmak için , uzun bir aradan sonra tekrar Kuşadasına gittim.
Doğrusunu söyliyeyim şaşırdım.
Kuşadası şehirliğini sürdürüyor, ancak hiç değilse doğru dürüst ve yaşanabilir bir şehre dönüşüyor.
Bu konuda Belediye Başkanı Fuat Akdoğan’ı tebrik etmemiz gerekir. Kuşadalıların bugüne kadar hiç kimseyi beğenmediklerini ve her Başkanı eleştirdiklerini bilenlerdenim. Akdoğan’ı da eleştiriyorlar, ancak biraz da vicdanlarının sesini dinlemeliler.
Kuşadası toparlanmaya başlamış.
Derin Deniz Deşarj Hattıyla, ağaç dikme kampanyasıyla, plajlarının temizlenmesiyle, Katı Atık Yönetim Projesiyle Kuşadası dirilmiş.
Eski pislikler ortadan kaybolmuş. Liman tarafı temizlenmiş. İnsanlara denize girebilecekleri, dolaşabilecekleri yerler yapılmış. Hele Güvercin Ada Kalesi ve etrafı öylesine canlanmış ve renklenmiş ki, gözlerime inanamadım. Tabii içimden, canım bir kasabayı bu hale sokanların kulaklarını çınlatmadan da edemedim.
Akdoğan Kuşadasının yeniden doğuşuna imza atıyor.
ASIL KÖKTENDİNCİLER İSRAİL’DE…
Hafta içinde Gazze’den gelen görüntüleri mutlaka izlemişsinizdir.
1 milyonun üstünde Filistin’linin yaşadığı Gazze’ den çıkarılmak istenen 9 bin yerleşimcinin direnişini gördünüz değil mi ?
Bunun, kazandıkları bir toprak parçasını veya evlerini kaybetme dürtüsüyle hiç ilgisi yok. Maddi kayba karşı direniş ile de ilgili değil. Ekranlarınızda izlediğiniz kişiler İsrail’in köktendincileri. Onlara göre, Gazze tanrının onlara hediye ettiği kutsal topraklardır ve ne pahasına olursa olsun terk edilmemesi gerekiyor.
Şaron Gazze’yi boşaltmakla tarihi bir adım attı.
Benim en çok dikkatimi çeken, direnişçilere müdahele eden polisin tutumuydu. Bizde olsa, eminim sille tokat girerler, göz yaşartıcı bombalar atılır ve orası bir meydan savaşına dönerdi. Hem köktendinci direnişçiler, hem de güvenlik kuvvetleri kan dökmeden güç kullandılar.
Bu gelişmeler, Orta Doğu anlaşmazlığında yeni bir sayfanın açılmasına neden olacak mı, yoksa eskisi gibi yine kan dökülmesi sürecek mi, bunu zaman içinde anlayacağız.
AFERİN ATİLLA KOÇ’A...
Kültür Bakanı Atilla Koç , hemen her İstanbullunun içini karartan bir konuya el attı ve AKM’nin yıkılıp yerine modern ve daha büyük bir kültür merkezi yapılması girişimini açıkladı.
Günün koşullarına göre inşa edilen AKM, İstanbul’un en güzel meydanında bir çirkinlik abidesi olarak kaldı. Yapıldığında belki çok güzeldi, ancak artık değil.
Atilla Koç medya desteği istediğini de belli ediyor. Allahtan bu konuda gereken desteği de elde ediyor.
Taksim meydanındaki bu binanın yerine pırıl pırıl, nefis bir kültür merkezi yapılmalı ve kapısına da “Bu Merkez Atilla Koç’un inisiyatifiyle gerçekleşmiştir” diye bir plaket konmalı.
HEM KORKUYORUZ, HEM ÖNLEM ALMIYORUZ...
1999 depreminin üzerinden 6 yıl geçti ve toplum olarak durumumuzun acıkla hali bir defa daha ortaya döküldü.
Bir yandan Devlet raporlar yayınlıyor ve 6 yıldır hiçbir şey yapılmadığını (!) açıklıyor.
Öte yandan, Gölcük başta olmak üzere, deprem bölgesinde iki katın üstüne çıkılamayacağı ne kadar söylenirse söylensin, sekiz katlı binalar yapılıyor.
Sonra da toplum olarak ağlıyoruz. Zira raporlarda deprem durumunda ölü sayısının 50-60 bini aşacağı belirtiliyor.
Deprem bölgesindekiler binalarını güçlendirmiyor... Tehlikeli binalardan çıkmıyorlar... Herşeyi devletten bekliyorlar... Para harcamak istemiyorlar... Devletin harcama yapması için çağrı yapıyorlar.