Yeni yıla girerken herkes bilanço çıkarıp, geleceğe yönelik tahminlerini yapıyor. Ben önce 2009 yılına yönelik kısa bir bilanço yapayım. Ekonominin yönünü tahmin ederken ne yazmışım, onu ortaya koyayım:
1. 1929 yılındaki Büyük Buhran’ın 43 ay sürüyor, ortalama durgunluk süresi ise 16 ay düzeyinde… Bu kez 18 ayı bulabilir. Konuştuğum iyi ekonomistler de bunu söylüyor.
2. Amerikan Merkez Bankası’nın ‘durgunluğa giriş ve çıkış’ analizini paylaşmıştım yılın ilk 3 ayında… Orada şu mesajı vermiştim: Nisan 2008’de yüzde 35-40 düzeyine çıkan durgunluk endeksi, 2009 yılında yeniden dip yapma eğiliminde… Yani çıkış işareti geliyor.
3. Dolarda tahmin edildiği gibi 2 TL düzeyleri geçilmez diye yazmıştım. Kötümserler bu kez de yanıldı.
2010’da neler olacak?
Araya başka kitaplar ve kendi kitabım Yarının Aile Şirketleri girince, zaman ayıramadım. Coca Cola’nın CEO’su Muhtar Kent’ten bu kitabı dinleyinceye kadar sadece önsözüne göz atmıştım. Ne zaman ki CEO Club toplantısında Muhtar Kent’ten dinledim, kitabı tekrar elime aldım.
Kent’in, ‘Mentorum’ diye nitelendirdiği Keough, kitabını, ‘Eğer batmak istiyorsanız, bu 10 emire uyun’ yaklaşımında yazmış ve bir uyarıda bulunmuş: ‘Başarının formülünü bilmiyorum ama başarısız olmak için bu emirleri yerine getirmeniz yeterli.’ Her yöneticinin Keough’un emirlerine göz atmanızda yarar var:
1. Risk almayın bırakın… Rahatınız yerindeyse, halinizden memnunsanız, risk almayı bırakırsanız bir süre sonra başarısızlık da kaçınılmaz oluyor. Bir alanda başarı gösterdiğiniz zaman bu sadece küçük bir ilerleme dahi olsa risk almayı bırakma eğiliminiz hayli fazladır.
2. Esnek olmayın… Çevrenizdeki koşullar değişirken siz esnek olmamayı prensip edinir, yerinizde sapasağlam kalırsanız, başarısızlık garantidir. Esnek olmamak, risk almamak ile birbirine yakın gibi görünse de şöyle küçük bir fark var: Esnek olmayanlar ellerindeki başarı formülünün dışında her türlü yeni yaklaşımı reddederler.
3. Kendinizi izole edin… Kocaman ve çok şık bir ofisiniz olsun. Çalışanlarla aranıza barikat koyun. Yemeğinizi restoranda yiyin ve çalışanlarla etkileşimi ortadan kaldırın. Böylece şirkette olup biteni, hele de kötü haberleri en son duyan kişi siz olacağınız için başarısız olmanın önemli bir şartını daha yerine getirmiş olacaksınız.
Kayseri Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak ve işadamları, Antika’yı özellikle dinlemek istediklerini belirtmişlerdi. O nedenle ‘Krizin çıkışı ve geleceğini’, bir ekonomist gözüyle değerlendiren Antika’nın sunuşu, büyük ilgi gördü.
Antika’nın sunumu gerçekten etkileyiciydi. Ancak, bütün içinde, 10 önemli saptamayı, çok daha kritik buldum. Krizin ve Türk ekonomisinin geleceği açısından sizin de ilginizi çekeceğini düşünüyorum:
1. Fırtına daha dinmedi, devamı gelebilir. Biraz olumsuz olacak ama 1929’daki büyük kriz dönemine bakınca, bana bunu düşündürüyor.
2. Hükümetin bu kez krizi göreceli olarak doğru yönettiğini düşünüyorum. Serbest piyasa çalıştı, çöküş yaşanmadı. Kontrollü küçülme gerçekleşti. Daha da önemlisi zaten kıt olan kaynaklar panikle harcanmadı.
Hız o kadar büyük ki, 1100 dolardan sonra 1200 doları geçmesi sadece 22 gün sürdü. Oysa 1100 düzeyini geçmesi 602 gün, 900 doları aşması ise tam 10 bin 224 günde gerçekleşmiş.
Oluşan büyük ‘boğa piyasası’ artık kritik düzeylerin aşılma sürelerini de çok aşağıya çekiyor. 1200’den sonra gözler 1300 düzeyinde… Ama altının gidişiyle ilgili ilginç senaryolar çiziliyor. Geçen haftaki yazımda sert yükselişlerin, sert düşüşleri beraberinde getireceğine dikkat çekmiştim. Aynı görüşümü hatırlatıp, altındaki bu görüşleri paylaşmak istiyorum. Çünkü, bu görüşler, altının daha gidecek yolunun olduğunu ileri sürüyor.
Birkaç binli rakam mümkün mü?
Örneğin, dünyanın en önemli yatırımcılarından biri olan Jim Rogers… Milyarlarca dolar yön veren Rogers, ‘Gelecek ay ya da yıl için kesin bir şey söyleyemem. Ama gelecek 10 yılda altını birkaç bin dolarlık düzeylerde göreceğiz’ diyor. Rogers’ı bu düşünceye iten ana etkenler ise şöyle:
1. Dünyada kağıt paraya inanç kalmadı. Her ülke çok fazla para basıyor.
2. Dünyada açıklar hızlı büyüyor. Tarih gösteriyor ki, para basıldığında, para birimleri zayıflıyor, hisse ve hammadde fiyatları artıyor.
3. Geçmişte merkez bankaları satıcı durumdaydılar, şimdi alıcı duruma geçtiler. Bu bir talep hikayesidir.
Ama riski, gerçekleşinceye kadar almayan uluslar arası piyasalar, Dubai hükümetine ait Dubai World adlı şirketin, ‘Borçlarımızı ertelemek istiyoruz’ açıklamasıyla paniğe kapıldı.
Şimdi önemli bölümü Avrupa bankalarına ait 80 milyar dolarlık borcun nasıl, hangi vadede ve kim tarafından ödeneceği tartışılıyor.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) daha zengin üyesi Abu Dabi’nin destek açıklaması piyasaları biraz yumuşatsa bile, ‘krizi atlattık’ havasına girenlerin morali bozuldu. Hatta ‘beklenen ikinci dip geliyor mu’ endişeleri de arttı.
Endişenin kaynağı borçlu ülkeler
Artan endişeleri ise Dubai benzeri ülkelerin sayısının artması olasılığı tetikliyor. Yunanistan ile ilgili tereddütler zaten vardı. Litvanya ve komşu ülkelerin sıkıntıları da biliniyor. Bunlarda beklenti gerçekleşir ve ‘zincir etkisi’ ile yenileri eklenirse, global bankacılık sistemi yeni bir şok ile karşı karşıya kalabilir.
Böyle bir riskin sinyalleri de kredi riski sigortası (CDS) oranlarından geldi. Dubai’nin CDS’i 134 puan artıp, 675’e çıktı. Tablo geçen haftanın son iş gününe ait oranları görüyorsunuz. Ancak, Malezya, Tayland, Litvanya ve Macaristan gibi borçlu ülkelerde oranlar biraz daha yükseldi.
15.3 trilyonluk dış borç
Bu rakamları ise ülkelerin artan borçluluk rakamları yukarı çekiyor. Rating kuruluşu Moody’s tarafından yapılan bir araştırma, aslında endişeleri haklı çıkarıyor. Araştırmaya göre, ülkelere ait borç miktarı 2007 sonundan bu yana yüzde 50 oranında arttı ve 15.3 trilyon dolara yükseldi.
Şimdi yine öyle bir tahmini yayınlandı The Economist’in… Bazı yayınlarda ‘Türkiye için Kara Tahmin’ diye yer aldı.
Dergi, ‘The World in 2010’ adlı yayınında, ‘Türkiye için ‘sosyal patlama uyarısı’ yaptı ve şu cümleye yer verdi:
“Hükümet, IMF ile anlaşarak yabancı yatırımcılar için güven oluşturmazsa, özellikle borç ödeme sıkıntısı tehdit oluşturabilir.’
Bazı ekonomistler bu sorunun yanıtını son yıllarda köşelerinde verdiler. The Economist dergisi, bence, ülke dışındaki yayınlar arasında Türkiye için en kötü tahmini yapan yayın… Buna rağmen her tahmini Türkiye’de geniş yer bulur, bazen panik havasıyla yayınlanır.
Geçmiş tahminlere bakmalı
Oysa, biri çıkıp ‘The World in’ diye başlayan ve gelecek yıla yönelik tahminler yapan The Economist’in tahminlerinin performansını incelese, sorunun yanıtını da bulabilirdi.
Ben uzun yıllardır bu yayın serisini incelerim. Arşivimde ‘The World in’ serisinden epey dergi var. Bazılarını ise bulamadım. Bunlara bakınca, The Economist’in performansı daha iyi anlaşılıyor.
Piyasada bir Merkez Bankası’nın dolaşıma sürdüğü para vardır, bir de çeklerin yarattığı para vardır.
Esnaftan şirketlere binlerce girişimci, bankalardan çok da zor olmayan koşullarda aldıkları çek defterlerini, adeta ‘banknot basma’ makinesi gibi kullanırlar.
Bunun sonucu olarak da piyasada anormal büyüklükler oluşuyor. Geçenlerde Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den dinlemiştim. Şu gerçeğin altını çizmişti:
‘Piyasada yaklaşık 200 milyar TL’nin üzerinde likit, nakit para yerine kullanılan çek miktarı olduğu belirtildi. Bu miktarda çekin yerine ikame edeceğimiz bir alternatif koymadan, çeke mevcut olan mevcut güveni sarsacak bir tedbiri almamız, piyasadaki faiz oranını, ekonomik dengeleri etkileyebilecek bir hadisedir.’
Dolaşımdaki paranın 10 katı
Bakan Ergin haklı… Bankalar Arası Takas Odası’nın verileri de aynı tabloyu ortaya koyuyor. 2008 yılında 25.6 milyon adet çek işlemden geçmiş. Parasal değeri ise 265 milyar TL’yi bulmuş.
2009 yılının ilk 10 ayında adet olarak 15.7 milyon, hacimde ise 327 milyar TL düzeyi yakalanmış… Yıl sonunda 400 milyarı bulması sürpriz olmaz.
Kahvaltı öncesinde programla ilgili konuşurken, bir konuda görüşünü özellikle rica ettim. Muhtar Kent’in konuşmasından sonra, bir başka etkinlikte, küçük işletmelere yönelik sunumum vardı. Küçük işletme sahiplerini, büyük işletme patronları gibi motive etmenin zorluğunu bildiğimden, onlara Muhtar Kent’in bir mesajını iletmek istiyordum.
Sorum şu idi:
‘Küçük işletmeleri yönetmekle, büyük işletmeleri yönetmek arasında fark var mıdır? İkisinin ortak yönü nedir?’
Küçükmüş gibi yönetmeli!
Muhtar Kent’in yanıtı şöyle oldu:
‘Ben her gün Coca Cola’daki arkadaşlarıma büyük şirketi, küçük bir işletme gibi yönetmelerini öneriyorum. Çünkü, küçük işletmeler daha çevik, daha esnek ve hızlı oluyorlar.
Onların dinamizmi ve uyum sağlama kapasitesini örnek almak lazım.