Paylaş
Sıra galiba geldi sıradanlara
ADAMIN biri evine papağan almak istemiş... Girdiği kuşçunun ön tezgáhında, tüyleri pırıl pırıl, alacalı bulacalı, heybetli bir papağan...
‘‘Bu kaç para?’’ diye sormuş...
‘‘167 milyon lira...’’
‘‘Özelliği ne?’’
‘‘Dağarcığında 167 kelime var...’’
Gezinmeye devam etmiş adam... Bakmış, az ötede, ilkinden daha süslü-püslü ve rengárenk, afisi, havası daha rengárenk ikinci bir papağan...
‘‘Bu kaç para?’’
‘‘312 milyon lira...’’
‘‘Bunun özelliği ne?’’
‘‘Dağarcığında 312 kelime var...’’
Gezintisine devam etmiş alıcı adayı... En dipte bir tane...
Uyuz mu uyuz bir papağan... Kafa kel, tüyler dökük, üstbaş kül içinde, boyun bükük, kambur çıkık, avurtlar çökük... İki dudağının arasında külü ha döküldü, ha dökülecek bir sigara, elinde kadeh, devamlı öksürüyor.
Sırf merakından, ‘‘Peki, bu garibim kaç para?’’ diye sormuş...
‘‘17 milyar lira...’’
Aklı çıkmış, dudağı uçuklamış adamın...
‘‘Tamam, öbürlerini anladık, ama, bunun özelliği ne?’’
‘‘Vallaaa biz de bilmiyoruz... Ama, öbür ikisi buna devamlı ‘Hocam hocam' diyorlar. Herhalde bir bildikleri vardır diye düşündük...’’
* * *
Hocalardan (kendim dahil), hacılardan, babalardan, analardan bıktım.
Olan da hep onlara, özellikle de Süleyman’lara oluyor bu arada...
* * *
On iki yıl önce, Budapeşte'de, dünya halter şampiyonası vardı.
Hafız Süleymanoğlu, ‘‘Hocam, babam’’ dediği Naim Süleymanoğlu'na çok güveniyordu.
Hoca aklına uyup ağırlık kaldırırken kolu kırıldı Hafız Süleyman'ın...
Kafasının kırılmadığına şükretsin! ‘‘Metal yorgunluğu’’ teşhisi konuldu.
Nedense, tarih tekerrür ederken, olanlar hep Süleyman'lara oluyor.
Tahsil-terbiye, mektep-medrese görmemişler birbirine kızar.
Üç papağandan ikisi, öbür papağana ‘‘hocam, babam, bacım, anam, teyzem, haminnem’’ derse, bozacının şahidi şıracı olursa, olacağı budur.
Bir fıkram daha var.
* * *
Gerdek gecesinde ‘‘fena halde tufaya gelen’’ damat, alı alına, moru moruna kayınpederinin kapısına dayanmış... ‘‘Bunun hesabını sizden soracağım. Ayıp! Ayıp! Kızoğlankız dediniz, aldık, kadın çıktı...’’
Kayınpeder pişkin...
‘‘Hayret! Annesi de öyleydi. Acaba kim beceriyor bunları?’’
* * *
Hazırcıyız, beleşçiyiz, yan cebine konulmasını isteriz...
Çin Seddi henüz örülmemişti. Bizimkiler kuzeydeydi, at-avrat-pusat-talan peşindeydi. Güney komşuları Çinli'ler yerleşik tarıma geçmişti.
Bir sabah uyanmış Çinli'ler... Bakmışlar, tavuklar kayıp...
Tüy yok, kanlı kemik yok etrafta... Besbelli, çakal-çukkal, kurt-köpek işi değil... Meşaleler hazırlanmış, sotaya yatılmış... Sabahın kör karanlığı, kümes tarafında bir hışırtı...
Yerde sürünerek tavuklara yaklaşan sekiz adam... Bizimkiler...
‘‘Sulh olalım...’’ demiş Çinli reis, ‘‘Bizde her şeyin fazlası var. Gelin, birazını size verelim, barış içinde yaşayalım...’’
‘‘Tamam...’’ demiş bizimkiler...
Epey gitmiş status quo... Derken, bir sabah, bizimkiler yok...
Üç gün sonra da tavuklar yok...
Yine meşaleler hazırlanmış, yine sabaha karşı hışırtılar duyulmuş, yine meşaleler yakılmış... Yine bizimkiler...
Dayanamamış Çinli reis...
‘‘Elinsaf! Bedava verdik. Çalmanın ne anlamı var?’’
Elcevap: ‘‘Çalmanın zevki bambaşka abicim yeeevvv...’’
* * *
Doğru... Hazıra konmanın, pişmiş armudun ağza düşmesinin zevki başkadır.
Káğıt oynarken káğıt çalmanın, tavla oynarken ‘‘zar tutma’’ zevki bambaşkadır.
Ama, tutmayı bilmezsen, ‘‘dübeş!’’ (5+5) beklerken, 3'ün 1'i gelebilir.
Neyse, siyasal gündemi fıkra ve anekdotlarla özetleyebildim galiba...
Paylaş