Paylaş
Türkiye'de demokrasinin kesintiye uğraması, Şubat-Mart-Nisan-Mayıs dörtgenine denk düşer. 120 gün... Yani, belli yıl aralarıyla, yaklaşık üç günde bir, serhat türküleriyle uyanırız...
Hasan Mutlucan sosyal demokrattır. Gür ve tok sesini beğenmiş olacaklar ki, sabahın köründe uyandırır, ‘‘Şeamet tellallığı’’ yaptırırlar.
Deniz Baykal üstüne alınmasın, ama, sosyal demokratların kaderi bu...
* * *
Demokrasimiz durduk yerde kazaya uğrayabilir mi?
Neden olmasın? Görünür ve görünmez kazaların ülkesidir Türkiye...
* * *
Florya'daki evinden çıkıp Sirkeci'deki işyerine giden 34 FVV 51 plakalı arabanın sürücüsü Abbas Vural anlatıyor.
‘‘Evimden çıkmış, Florya yolunda, orta şeritten, trafik kurallarına, hız sınırlarına uyarak gidiyordum. Birdenbire kulaklarım uğuldadı, kulak zarlarım patlayacak gibi oldu, önümde kocaman bir karaltı belirdi. Frene bastım. Ne olduğunu anlayamadan, önüme uçak çıktı. Ön tekerleklerine çarptım, arkadan bana bindirdiler...’’
Burası Türkiye... Evinden çıkıp işine arabayla giderken uçak çarpabilir.
* * *
Trabzon'dan kalkıp 171 kişiyi İstanbul'a götüren dev Boeing 737-400 yolcu uçağının verilmiş sadakalılarından Bülent Öztürk, hâlâ yaşadığının şaşkınlığı içinde, izlenimlerini aktarıyor.
‘‘Uçak durur durmaz hostesler kapıları açtı. Tahliye kaydıraklarından aşağıya kaymaya başladık. Nerede durduğumuza bakmamışlardı zahir... Kendimizi tren raylarının üzerinde bulduk. O sırada banliyö treni hızla yaklaşıyordu. Kendimizi kenara zor attık. Az kalsın trenin altında kalıp can verecektik...’’
Burası Türkiye... Uçaktan inersin, banliyö treninin altında kalırsın...
* * *
Görünmez kazalar bizde her zaman olur. Ulubatlı Hasan'a bakalım...
İkinci Mehmet (‘‘Fatih’’) İstanbul'u almayı aklına koymuştu.
Dünya standardlarında ‘‘su taşımacılığı aracı’’ sayılan gemilerine dağ-bayır aşırttı, karayolundan Haliç'e indi.
İstanbul (Bizans) surlarına bayrak dikmek için, Bursa'nın Ulubat köyünden kalkıp gelen Hasan'ın katırı tırıs (veya rahvan) giderken, vapur, gemi, fırkateyn, iskampavya, transatlantik, kruvazör cinsinden bir ‘‘su aracı’’ çıktı karşısına... Katır ürküp kaçtı, kendisi yaya kaldı.
Topkapı surlarına bayrak dikerken, geç kaldığı için, Fatih'ten özür diledi.
‘‘Vallaaaa, padişahıma ve İstanbul'un fethine katılmak için eşek sırtında dağı tırmanıyordum. Karşıma gemiler çıktı, çarptı. Verilmiş sadakam varmış, vatan sağ olsun...’’
Fatih inanmadı. Ama, ossun! Ulubatlı Hasan, İstanbul'u almış oldu.
* * *
Agorafobik padişahımız II.Abdülhamit kalabalıklardan çok korkar, ‘‘suikast’’ korkusuyla yaşardı. O yüzden, cuma namazına gittiği günlerde, 1901 yılında, Haliç çevresini atlı araba (landon) trafiğine kapattı.
Cumalardan biriydi. Padişah camiye bırakılmıştı, dört küheylanın çektiği arabası park edecek yer arıyordu.
Ya değnekçilerden biri sesini yükseltti, ya Eminönü pazarcı esnafı ‘‘badadiiizzz soğvaaannn’’ diye bağırdı. Atlar ürktü, gemi azıya aldılar. Trafiksiz İstanbul trafiğinde, Abdülhamit'in hem atlı arabası, hem dört küheylanı Haliç'in çamurlu sularında kaybolup gittiler.
Hepsi hâlâ orada...
* * *
Karayolunda yol alırken uçak çarpan, katır sırtında dağ tırmanırken gemi çarpan, düz yolda seyir hâlindeyken suya düşen, uçaktan inerken tren altında kalan çok insan yok bu dünyada... Ancak bizde olur.
Durduk yerde ‘‘darbe söylentileri’’ de ancak bizde çıkar.
Paylaş