Kubilay Qb Tunçer

Haymana’dan abim geldi

21 Aralık 2014
Volkan ve Bora Severcan’ın Tiyatro Sahnekarlar’ı, zıpkın gibi bir komedi yapmış. ‘Abim Geldi’ türünün gayet iyi bir örneği.



Benim yaşıtım erkekler arasında Bekir Aksoy’a gıcık olmayan yoktur. Adam hepimizden 15 yaş genç duruyor. Oyunda pervasız bir çapkın rolünde. Şeytan tüyü var belli, bir sürü kızı kendine âşık etmiş. Hepsini bir arada idare etmeye çalışıyor. Abisi de Haymana’da matematik öğretmeniymiş. Halim selim bir adamcık. Tayini çıkmış, İstanbul’a, kardeşinin evine geliyor. Ama evde öyle bir aşk trafiği kurulmuş ki, tepe sersemi oluyor.

Abimiz Volkan Severcan. Ne yalan söyleyeyim, Volkan bu işi biliyor. Bu tür farslar, komediler için gereken özel bir zamanlama algısı, incelmiş bir sahne varlığı gerekir. Onu izlerken Metin Serezli’lerin, Gazanfer Özcan’ların pırıltılı dünyalarına gitmiş gibi oldum. ‘Abim Geldi’, ‘Boing Boing’ adlı eski bir oyunun uyarlanmış hali. Bir zamanlar pek meşhurdu, Jerry Lewis’li filmi de vardır. Çok gırgırdır. Bora Severcan oyunu 70’ler Türkiye’sine taşımış. İyi de olmuş. Tabii, insan bu tür oyunlara giderken ne beklediğini bilmeli. Sonuç olarak, mantık sınırlarını biraz zorlayan, pek derin bir tarafı olmayan komediler bunlar. Çapkın genç, hostes sevgililerini idare edecek, birbirlerinden habersiz olmalarını sağlamaya çalışacak ama işler fena halde karışacak ve bakalım neler olacak? Eğlencelik işte. Ama eğlencelik yapmaya kalkıp eğlendiremeyenler de var. Bu öyle bir oyun değil. Gayet komik. Oyunculuklar üst düzey. Bekir, Volkan zaten süper. Melda Gür çok komik ve çok başarılı bir karakter kurmuş. Evin temizlikçisi ama entrikaları yöneten cevval bir tip. Sevgili rollerinde Pelin Akil, Yeliz Şar ve Seyhan Şaşko çok iyiler. Bora’yı yönetmen olarak kutlamak lazım. Bu tür oyunların ince bir sahne trafiği oluyor. Hareket, tipleme ve durumlardan makinalı tüfek gibi komedi çıkarmak gerekiyor. Bora bunu başarmış. O üsluba hakim olmadan yapamazsınız. Zor iş. Çok emek gerekir, zeka gerekir. Komedi ciddi bir iştir. Ama işte, o ciddiyet olunca da oluyor. Vaadini yerine getiren bir oyun. Ben keyifle izledim.

Yazının Devamını Oku

Görmeniz gereken 3 oyun

14 Aralık 2014
Üç yeni oyun başladı bu ay. Hepsi birbirinden iddialı. Sezonun sürpriziyse Erdal Özyağcılar. Diziler sağ olsun, artık tiyatrocuları tiyatroda seyredince seviniyoruz.

Farklı tarzları yansıtan üç yeni oyun var. Tiyatroseverlerin ilgisini çekecektir. ‘Kara Vanilya Ormanı’nı Talimhane Tiyatrosu’nda seyrettim. Philip Ridley, aşırı uçlarda gezinmeyi seven, biraz karanlık bir yazar. Bu tek kişilik oyunu 2013’te kaleme almış. Genç bir kızın çocukluk travmaları sebebiyle uyumsuz bir bireye dönüşmesini hikâye ediyor. Genç kız çetin deneyimler de yaşamıştır. Bunları bir kafede anlatıyor. Dekor çok iyi. Kemal Yiğitcan şahane bir ışık tasarımı yapmış. Lerzan Pamir oyunu dinamik ve yaşayan bir deneyime dönüştürerek yönetmiş. Birçok ince anlam katmanı bulmuş. Özge Erdem iyi oynuyor. Sert Britanya tiyatrosunu, tek kişilik hikâyeleri ve bir yazarlık üslubu olarak hatırlama ve kendini sorgulama fetişizmini sevenler bu oyunu beğenecektir.



Levent Kazak ‘Kurusıkı’ diye bir oyun yazıp yönetti. Levent birkaç yıl önce yine çok popüler bir kadroyla ‘Cam’ adlı bir oyun yapmış ve gişede çok başarılı olmuştu. Bu oyunda Gökçe Bahadır, Mete Horozoğlu, Beyti Engin, Selen Uçer ve Bülent Alkış var. Hepsi çok sevilen, yetkin oyuncular mâlum. Konu da ilginç. Arka planda televizyon dünyası, ön planda adamı ipe götürecek cinsten bir suç var. ‘Kurusıkı’ zekice yazılmış, tuzakları, sürprizleri olan bir oyun. BKM’de izledim. Salon çok büyük. Mikrofonlar koymuşlar. Sesler oldukça problemliydi. Ama artık çözmüşlerdir mutlaka. Gayet popüler bir oyun olmaya aday.


Yazının Devamını Oku

Dolu düşün boş konuş

7 Aralık 2014
İnsanın başından geçenlerle kafasından geçenleri aynı anda gösteren gırgır oyun, 15 yıldan sonra yine Oyun Atölyesi’nde.



Oyuna ‘Dolu Düşün Boş Konuş’ adını Ferhan Şensoy koymuş. Güzel buluş. Steven Berkoff’un 1990’ların başında yazdığı bu komedi o dönemde Britanya’da pek meşhur olmuştu. Oyun Atölyesi’nin de ilk oyunuydu. 15 yıl olmuş. Efsane bir kadro dönüşümlü olarak oynamıştı. Haluk Bilginer, Zuhal Olcay, Melek Baykal, Güven Kıraç, Bülent Emin Yarar, Tamer Karadağlı, Sermiyan Midyat. Yeni prodüksiyonu Muharrem Özcan yönetti.

Muhteşem bir kadro da burada var: Hasibe Eren, Fatih Al, Gökçer Genç, Tuna Kırlı, Murat Okay. Bu süper yetenekli oyuncuları sahnede görmediyseniz, bundan büyük fırsat olmaz.

Oyun ilginç bir komedidir. Bir İngiliz orta sınıf ailesi var. Herkes mutsuz. Özgüvensiz. Adamla kadın birbirini sevmezler. Kadının yaşlı annesi can sıkıcı bir parazittir ve herkese kötü davranır. Adamın iş arkadaşı, sinameki ve sıkıcı bir tiptir. Kumaş sattığı zengin müşterisi ise kibirli, hem de uçkuru gevşek bir heriftir. Karakterler böyle. Yemekte, yatakta, iş yerinde filan konuşurlar. Sıradan ve yüzeysel konuşmalardır bunlar. Ama konuşurken durup kafalarından geçenleri de söylerler. Adeta sahnede düşünce balonları uçuşur. Yalanlarla, kendini kandırmalarla geçen hayatları izleriz. Hafiften utanarak güleriz. Rahatlarız. Para, cinsellik, cinsel kimlikler, sosyal kabuller ve statülerin konu edildiği ve küfürlü diyalogları pek çok olan bu oyun oldukça popüler bir eser. Bu yorumda yönetmen, işin komedisini ortaya çıkarmak için aşırı bir çaba göstermiş. Normal konuşmalar doğal, kafadan geçenlerse abartılı ve grotesk olsa oyunu izlemek daha kolay olurdu. Bu yorumda hepsi aynı. Tabii, zekice kurgulanmış bir ‘soytarı’ estetiği bu. Ama 120 dakika için fazla yorucu bir seçim. Müthiş bir işçilik var. Bu kadar iyi prova edilmiş, emek verilmiş oyun azdır. Yine de, Berkoff’u biraz parodi estetiğine çekmişler. İş, skeçlere dönmüş. Komedinin burukluğu, dolayısıyla edebi gücü gölgede kalmış. Ama ben çok güldüm. Şarkılara bayıldım. Bütün oyuncular Afife’de yarışır. Çok iyiler hakikaten. Muharrem Özcan çok değerli bir yönetmen.


Yazının Devamını Oku

Vişne Bahçesi cinayeti

1 Aralık 2014
İzmir’de, dünyanın en güzel tiyatro binalarından birinde, dünyanın en güzel oyunlarından birinin katledildiğini görmek insanı üzüyor.

İzmir Devlet Tiyatrosu, Çehov’un ölümsüz eseri ‘Vişne Bahçesi’ni sahneliyor. Devlet Tiyatrosu’nun yapısı gereği turnelere de gider muhtemelen. Gayet hacimli, masraflı bir prodüksiyon yapmışlar. Konak Sahnesi’nde gördüm. Zaten diğer sahneleri kapalı. Bir türlü tadilat bitmiyor ne hikmetse. Oyun, benim için İbrahim Raci Öksüz’ü izlemek dışında büyük bir hayal kırıklığı oldu.

Vişne Bahçesi, 19. yüzyıl sonunda, Rusya taşrasında geçer. Büyük bahçeleri, bağları olan, topraksız köleleri çalıştırıp zenginleşen ailelerden birinin konağındayız. Büyük toplumsal dönüşümler, devrimler yaşanacaktır. Üretim ilişkileri değişecektir. Toprağa bağlı Rus aristokrat sınıfı çözülmektedir. Aile, servetini yitirmiştir ama burunlarından kıl aldırmazlar, düşük saraylılar gibi yaşamayı sürdürmeye çalışırlar. Aslında tek umut o uçsuz bucaksız vişneliklerin satılmasıdır. Vişne bahçeleri yitip giderken, o varlıklı düzen etrafında şekillenmiş hayatların savruluşuna şahit oluruz. Yeni bir dünya arifesinde elinde kırık hayallerden başka bir şey kalmamış karakterler görürüz. Çehov’un gerçekçi, sağlam ve aynı zamanda şiirsel dünyasına incelikle yaklaşmak lazım. Vladien Alexandrov, oyunun yönetmeni. Hayatımda Çehov’a bu denli hoyrat davranan bir reji görmedim.

Oyuncular, futbolcu gibi sürekli bir sağa bir sola koşturuyor. Bağırıp çağırıyorlar. Kim kimdir, hangi karakter neyi niçin yapar, anlamanın imkânı yok. Keyif almayı bırakın, metni ezbere bilmeyen biri oyunda ne olup bittiğini bile anlayamaz. Zevksiz, özensiz, anlamsız bir iş. Funda Çebi, bir karaktere kot pantolon, diğerine Hakkı Bulut ceketi, öbürüne pavyon ayakkabısı giydirmiş mesela. Arkada animasyon film oynuyor. Evin içine projeksiyonla tren giriyor. Saçmalık diz boyu. Hayır, bahsettiğimiz oyun tiyatro literatürünün klasiklerinden. Nefis bir eser. Çıkıp dümdüz lafları okusan lezzeti kaçmaz. Böyle güzel bir eseri mahvetmek için özel bir çaba gerekir. DT sorunlu bir kurum, ancak ciddi bir tarihi var. Bu oyun o tarihe de saygısızlık, seyirciye de. DT Genel Müdürlüğü’ne atanan Nejat Birecik’in yerinde olsam hemen kaldırırdım ama tabii kimse onun yerinde olmak istemez...

Yazının Devamını Oku

Kavramsal tiyatro sevenlere

23 Kasım 2014
Gnlev’in birkaç sezon önce başlayan ‘Yüksek Derece’sini rejiyi de üstlenen Turgay Doğan yazdı. Kavramsal tiyatrodan zevk alan seyircilerin çok ilgisini çekebilecek bir oyun.



Turgay Doğan’ın işlerini seviyorum. ‘Yüksek Derece’ birkaç sezon önce başladı. Ara verdiler. Bu yıl yine oynuyorlar. ‘gnlev’ adlı bir toplulukları var. Oyunu, Beyoğlu Hayal Kahvesi’nin alt katındaki performans salonu Hayal Perdesi’nde izledim. Kavramsal tiyatrodan zevk alan seyircilerin çok ilgisini çekebilir. Bilindiği gibi, bu tür işlerde hikâyeden çok atmosfer ve görsel estetik ön plana çıkıyor. Modern sanatın tiyatrodaki karşılığı diyebiliriz. Sert bir şiirsellik var. Sosyolojik gözlemler var. Yine de asıl dertleri doğrusal, klasik bir hikâye anlatımının peşine düşmek değil. Görsel ve işitsel anlamda sıra dışı bir deneyim sunuyorlar. 50 dereceyi bulan sıcak hava dalgası dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirmiş. Sokağa çıkmak ölüm kalım meselesi haline gelmiş. Bir grup insan bir motele atmışlar kendilerini. Orada yaşıyorlar. Muhtemelen koşullar sebebiyle ruhları çeperinden çıkmış, çılgınlık sınırlarına gelmişler. Felaket bir gelecek atmosferi bu. Tam bir distopya. Oyun bu manzarada cereyan ediyor. Dediğim gibi, hikâye özellikle ön plana çıkarılmıyor. Bu tür tiyatroyu sevenler ‘Yüksek Derece’nin incelikli ve iyi düşünülmüş bir iş olduğunu göreceklerdir. Durumlar ve görsel tasarımın ön plana çıktığı bu tarzı merak eden izleyiciler için de ilginç bir deneyim olacaktır.

Bu kadarını hayal etmiyorduk

Hayal Perdesi ikinci yılında. Gayet yoğun bir programları var. Her gece değişik oyunlar sergileniyor. Burası şehrin merkezinde, uygar bir mekân. Küçük bir yer ama deneysel oyunlar ve performanslar için ideal. Bundan beş yıl önce söyleseler kimse inanmazdı. Mekân sayısı her geçen gün artıyor. Hayal Perdesi, SahneHâl, Mekan Artı, Moda Sahnesi... Say sayabildiğin kadar. Her gece dolu. Mekânlar açıldıkça yaratıcılık destekleniyor. Hayatın çeşitli alanlarından gelen, değişik seslere ve tiyatro anlayışlarına sahip yeni yeni topluluklarla, sanatçılarla karşılaşıyoruz. Belki çoğu iş sıradanlığı geçemiyor ama olsun. Sonuçta büyük bir zenginliktir. Hepsini beğeneceğiz diye bir kural yok. Sıkılmayı bile göze alarak bu yeni mekânları tavaf etmek lazım. Tiyatroda büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Buna seyirci kalmak olmaz.

Yazının Devamını Oku

Bu oyunları kaçırmayın

16 Kasım 2014
Çok sayıda oyun seyirciyle buluşuyor. Yeniler var. Geçen sezondan devam edenler var. İlgimi çeken, radara takılan oyunları kendimce listeledim.

Bent: Geçen sezon izledik. Nazi Almanyasının vahşetini cinsel kimlikler üzerinden okuyan, sert ve önemli bir metin. Çok da güzel bir prodüksiyon olmuştu. Tiyatro D22’nin oyunu.

İstenmeyen: D22’de izledim. Festivalde yapılmıştı. Ceren Ercan’la Gülce Uğurlu yazdı. İstanbul, Kahire, New York arasında gidip gelen bir hikâye. Fonda Gezi ve Tahrir olayları var. Yersiz yurtsuz kalmak, kendi vatanına yabancılaşmak gibi temaları aile üzerinden ele alıyor. İlginç. Oyuncular iyi. Ama hikâyede zaman atlamaları çok fazla. Takip etmek güç.

Kral Lear: Henüz görmedim. Tiyatro Oyunbaz yapıyor. Talimhane Tiyatrosu’nda sahneleniyor. Oyunbaz ciddi bir topluluk. Ibsen, Çehov, Stoppard sahnelediler. Kral Lear’ı da klasik ve sağlam bir anlayışla gerçekleştiriyorlar anladığım kadarıyla. Ajandanıza not düşebilirsiniz.

Kral (Soytarım) Lear:

Yazının Devamını Oku

Oyun gibi oyun: Bedel

9 Kasım 2014
‘Bedel’, çağımızın en büyük yazarlarından Arthur Miller’ın az tanınan eserlerinden. ‘Bağlantısızlar’ adlı yeni kumpanya, Emre Koyuncuoğlu’nun yönetmenliğinde son derece derli toplu bir iş çıkarmış.



Arthur Miller, mâlum, çağımızın en büyük yazarlarından. ‘Satıcının Ölümü’, ‘Cadı Kazanı’ ve ‘Bütün Oğullarım’ herkesin bildiği, defalarca sahnelenmiş oyunlar. Mecidiyeköy’deki Tiyatro(Hâl)’de izlediğim ‘Bedel’, yazarın az tanınan eserlerinden. ‘Bağlantısızlar’ adlı yeni kumpanya sahneliyor. Son derece derli toplu, olgun, yetkin bir iş. Emre Koyuncuoğlu yönetiyor. Çok iyi rejisördür. Bunu bir kez daha göstermiş oldu.

Arthur Miller bu oyunu 1968’de yazmış. Oyunda ana-babadan kalan ev eşyayı satmaya karar vermiş bir adam var. Karısıyla o eski eve gelirler. Bir süre sonra eskici uğrar ve eşyaya bir fiyat biçmeye çalışır. Anlarız ki o eşyanın değeri, aile tarihinde ödenmiş ‘bedel’lerle koşuttur. İki kardeş düşünün. Biri, aciz babasına destek olabilmek için çeşitli fedakarlıklar yapmış. Parasızlıktan üniversiteyi yarım bırakmış. Diğeri almış başını gitmiş. Çok zengin bir doktor olmuş. Ailenin meseleleri onu hiç ırgalamamış. Bizim memlekette herkes her şeyin fiyatını bilir ama kıymetini bilmez ya, işte o hesap. Oyunda, üç kuruşluk eski mobilyalar üzerinden yitik bir yaşamın izleri sürülüyor.

Rahmetli Nüvit Özdoğru büyük bir tiyatro adamıydı. Gustosu bu nefis çeviride yine belli oluyor. Engin Alpateş, Serpil Özcan, Serkan Çetinkaya çok iyi oyuncular. Karakterleri çok sağlam kurmuşlar. Ender Yiğit, eskici rolünde fark yarattı. Hafif hesapçı ve bilge bir yaşlı bu. Rol, güzel rol. Ender Yiğit hakikaten hakkını verdi.

Yazının Devamını Oku

Bu müzikal iş yapar!

2 Kasım 2014
Talimhane Tiyatrosu’nun ‘Seni Seviyorum. Mükemmelsin. Şimdi Değiş’ müzikali, bu sezon Zorlu Center PSM sahnesine taşındı. Çok da iyi oldu. Zaten zevkle izlenen müzikal, Zorlu’da tam bir tiyatro keyfine dönüşmüş.

‘Seni Seviyorum.Mükemmelsin.Şimdi Değiş’ aşk, meşk ve ilişkiler hakkında çok tatlı ve meşhur bir müzikal. Talimhane Tiyatrosu yaptı. Geçen sezon zevkle izledik. Ben de oyunu 5 Ocak tarihli Keyif ilavesinde yayımlanan ‘Zaten bunlar hep seks!’ başlıklı yazımda tanıtma fırsatı bulmuştum. Oyun bu sezon Zorlu Center’ın sahnesine taşındı. Çok da iyi oldu. Broadway’in küçük tiyatrolarında başlayıp dünyaya yayılan, milyonlarca seyirciye ulaşan bu seyirlik, Lerzan Pamir ve Mehmet Ergen rejisiyle Zorlu’da tam bir tiyatro keyfine dönüşmüş. Büyük ve teşkilatlı bir sahne burası. Prodüksiyon 10 numara olmuş. Işıklar, dekorlar yıkılıyor. Oyuncular sevimli. Çok iyi şarkı söylüyorlar. ‘O Ses Türkiye’ye çıksalar hepsi birinci olur. Bu müzikal çok iş yapar. Entelektüel bir şey değil ama kıvrak bir zeka var oyunda. Halanızı, kayınçonuzu gönül rahatlığıyla davet edebilirsiniz!
Zorlu, çoğunlukla yurt dışından prodüksiyonlar getiriyor. İkinci sınıf işlerle ‘A’ klasmanında şovları yıllık programlarında harmanlayıp, havaya gelen müşteriyle tavaya geleni koltuk kardeşi ediyor. İyi de oluyor. Bu müzikalle ilk kez bir ortak yapım gerçekleştirmiş oldular. Çok iyi olmuş, çünkü doldur boşalt bir yere kadar. Geniş imkânlarını yerli yazarlarla ve kumpanyalarla daha çok paylaşsınlar. Kültür hayatımızda silinmez izler bırakırlar. Pek güzel olur.

ALLAH KORUDU

Bu yaz festivalde izleyemedim, geçen akşam gördüm. ‘Tatyana’nın Çehov’un kısa oyunuyla, Aleksey Suvorin adlı yazarın dört perdelik dramasının modern bir kolajı olduğunu okumuştum. Tatyana, 19. yüzyılda sahnede intihar eden bir oyuncuymuş. ‘biriken’in yaptığı bu kavramsal prodüksiyon, Tatyana ve çevresindeki insanların karmaşık ruh halleri üzerine kurulmuş. Meral Çetinkaya’nın oyunculuğuna yine hayran oldum. Mehmet B. Aslan, Defne Halman zaten hep şahane. Muhtemelen benim hamhalatlığım; oyundan hiçbir şey anlamadım, sıkıntıdan patladım. Bana göre, en iyi tarafı 70 dakikada bitmesiydi. 71 olsa fücceten gidecektim. Allah korudu.

Yazının Devamını Oku