Paylaş
Mehmet Âkif, Necip Fazıl gibi toz kondurmadan andıkları var.
Konjonktürel olarak andıkları da var. Mesela Erdal Eren... 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde gözyaşları içinde andığı isimlerden biriydi Erdal Eren ve 12 Eylül 1980 cuntası tarafından yaşı büyütülerek idam edilmişti.
Erdoğan’ın samimiyetini sorgulayacak halde değilim ama 13 Aralık 2010’da, yani referandumdan iki ay sonra Erdal Eren’i ölümünün 30’uncu yılında bir belgesel göstererek anmak isteyen ailesine AKP’li Esenler Belediyesi’nin salon vermediğini de hatırlıyorum... Verdikleri salonu, “Doldu” diyerek geri almışlardı; Erdoğan da bir daha Erdal Eren’i anmış değil zaten...
*
“İşine geldiği gibi” demek istemem ama biraz cımbızlayarak andıkları var. Mesela Ece Ayhan’ın “Yalınayak Şiirdir”inden “Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim... Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim...” bölümlerini severek kullandı.
Ama aynı şiirin mesela lise müfredatına edebiyat sınırından sızmasını hoş karşılayacağına inanmam zor; şiiri bilenler veya internetten bulup okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaktır. “Emraz-ı Zühreviye Hastanesi...” filan, hafazanallah!
*
Toz kondurmadığı liderler olarak Fatih ve Abdülhamid ile Menderes favorileri; biraz Özal, tabii Erbakan var. Günah keçisi, kum torbası İnönü.
Üniversite kantinlerinde “Cumhuriyeti kurana kadar eyvallah ama sonrası ı-ıh!” şerhi düşmek isteyenlerin bayrak ifadesiyle “Gazi Mustafa Kemal”i kullanıyor; “iki ayyaş”a kadar savrulabiliyor, bazen de övmelere doyamıyor.
Ancak Enver Paşa?! Kabul ediyorum çalışmadığım yerden geldi.
*
Cuma günü Kırklareli’nde konuşurken, “Beni istemeyenler, bu memleketin iyiliğini istemeyenlerdir” çerçevesinde lafı Enver Paşa üzerinden bağladı.
Edirne’yi almak için orduyla yürüyen Enver Paşa’nın başarısız olmasını isteyenlerin “Yeter ki Enver girmesin, Bulgar girsin” diyecek kadar alçaldıklarından dem vurdu.
1913 yılını hatırlatan Erdoğan 100 yıl önce Enver’e yapılan “Edirne de gitsin, Trakya da; yeter ki Enver başarılı olmasın” kampanyasının bugün kendilerine yapıldığını söyledi.
Yani, Başbakan Erdoğan’ın ne kadar darbe karşıtı biri olduğunu ezberden aktaracak kadar mitingini dinlemiş biri olarak bilmesem... Neyse...
Enver Paşa/Enver Bey... Kimine göre bir hürriyet kahramanı, kimine göre oportünist ve kibirli, güç delisi, hırslı bir adam.
Ancak aynı Enver, 20’nci Yüzyıl Türkiye Darbecilik Tarihi’nin baş müellifi, babası, ilk uygulayıcısı, Meclis’te kan dökmüş bir adam olarak da anılır.
*
O 1913’ün 23 Ocak günü aralarında Enver’in de bulunduğu bir grup İttihat ve Terakki “fedai”si, silahla Bâbıâli’yi basmış, kan dökerek hükûmet devirmiştir.
*
Bâbıâli Baskını olarak tarihe geçen darbede, revolverle Meclis basan Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı, Mustafa Necip, İzmirli Mümtaz gibi isimlerin yanında, başındadır.
Harbiye Nâzırı Nâzım Paşa’nın baskında vurularak öldürülmeden önce son sözlerini Enver’e söylediğini okuruz dönemin şahitlerine ait çeşitli hâtırâtta:
“Pez...ler! Beni aldattınız, bana verdiğiniz söz böyle mi idi?”
*
Daha sonra Sadrazam (yani Başbakan) Kâmil Paşa’nın istifası da odası basılıp Enver tarafından başında durularak alınmış, saraya gidip padişaha bizzat verilmiş, Beşinci Mehmed de (Sultan Reşad) “Hayırlı olsun oğlum” demekle yetinmiştir.
Hatta, Rıza Tevfik gibi İttihat ve Terakki’nin kanlı darbesinde Nâzım Paşa’ya ilk kurşunu Enver’in sıktığını iddia edenler de vardır.
Başbakan’ın Enver Paşa’yı paralellik kurarak anmasında yadırgadığım daha pek çok nokta var ama çelişkinin bu noktasında hemen ve severek ayrılalım bence...
*
Konuyu da Hüseyin Cahit Yalçın’ın -bu birkaç dönemin ilginç karakterinin-, Enver ile aktardığı bir anekdotla bağlayalım:
“Galiba, Meclis-i Mebusân’ı lüzumsuz bir makine, boşta dönen bir çark gibi telâkki (kabul) ediyordu. Bazı düşüncelerinin kanuna uymadığından bahsedildiği zaman, sakin bir istihfâfla (küçümsemeyle):
‘Kanun yokmuş! Yap kanun, var kanun!’ derdi...”
Enver Paşa belki çalışmadığımız yerden geldi ama anmış olduk işte...
Sakin pazarlar dilerim.
(Hüseyin Cahit Yalçın, Tanıdıklarım, Yapı Kredi Yayınları, 2001.
Rıza Tevfik, Biraz da Ben Konuşayım, İletişim Yayınları, 1993.)
Paylaş