Paylaş
Hürriyet’in Ege Bölge Temsilcisi Deniz Sipahi de köşesinde bu mesajdan hareketle bir yazı yayınladı ve “Müzik meselesinde devrim yapalım” çağrısına katıldı.
Bir grup insanın eğlencesi uğruna tatil yörelerini yüksek ses terörüne maruz bırakmak “Altın yumurtlayan tavuğu kesmek” manasına geliyor, buna bir çare bulmak gerekiyor elbette...
Say’ın çağrısına da, Deniz Sipahi’nin desteğine de sonuna kadar katılıyorum ancak keşke tek problemimiz bu olsa demek durumundayım.
Cilalı görgüsüzlük abidesi olarak yalnızca Ege’de değil, memleketin neredeyse tüm tatil yörelerinde yükseldikçe yükselen “beach club” meselesi var bir de.
“İroni yaptığımı vurgulayarak” belirteyim, “beach club” konseptinden “fevkaladenin fevkinde” memnun bir kişiyim.
Niye memnunum adımımı bile atmadığım bu konseptten? Çünkü kimin nerede olduğunu, nasıl eğlendiğini biliyorum ve bu da bana oralardan uzak durma şansı tanıyor.
Bir nevi alan memnun, almayan daha memnun vaziyeti işte... Orada bulunmayayım, binlerce lira hesap ödeyip eğlendiğini sanarak bulunana da engel olmayayım ama...
Herhalde bir ‘ama’sı da var işin...
O ‘ama’ da, rant uğruna peşkeş çekilen cennet koylardan halkın yararlanamaması noktasından beliriyor.
Önceki gün Birgün gazetesinde “Türkiye’nin beach club mafyaları” başlıklı, Anıl Aba imzalı bir yazı yayınlandı.
Anıl Aba, şahsi deneyimlerine dayanarak Çeşme (ağırlıklı olarak Alaçatı) bölgesinde oluşan manzarayı aktarıyor.
Daha önce de duyduğumuz görgüsüzlüğe dayalı, pahalı, ayrımcı, kaba eğlence ortamı izlenimleri var yazıda.
500 liralık pizzalar, 3 bin 500 liralık localar, kerameti kendinden menkul DJ performansları için ödenen saçma sapan paralar vesaire...
“Giden gider kardeşim, sana ne?” demek de bir hak ama ya halkın sahile kavuşma hakkı?
Anıl Aba, Kıyı Kanunu’nun 5’inci maddesini, yani “Kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır. Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir...” yazan maddeyi hatırlatıyor.
Ege ve Akdeniz’in en güzel koyları, sahilleri, yani senin, benim, bizim hakkımız olan noktaları insafsızca çalışan bir rant makinesine dişli olarak hizmet sunuyor.
Rant sistemine gerekli ödemeyi yapanlar çitlerle, duvarlarla çeviriyor bu noktaları kafasına göre oradan denize girip giremeyeceğinize karar verme hakkını da satın almış oluyor.
Yasalar belli, Danıştay’ın zamanında halk lehine verdiği iptal kararları var ama dinleyen kim?
Öyle “Beğenmeyen gelmesin” denecek bir durum yok aslında.
O deniz, o ağacın altı, o kumsal benim, yani kamunun...
İşletme hakkını alan tesisini sahilden 50 metre uzağa kurabilir, isteyene hindistancevizi üstünde takla atan ıstakozlu hamburger satabilir; amenna!
Ama bu sahile giremezsin, buradan yürümeyi bile aklından geçiremezsin deme hakkı yok bildiğim kadarıyla.
Bu tarz yazılarda Yunanistan’daki, İspanya’daki, İtalya’daki uygulamaları hatırlatıp, “Orada istersen 3 Euro verip şemsiye kiralarsın, istemezsen zırnık koklatmadan dilediğin yere havlunu serip denize girersin” demek âdettendir. Ben de âdete uyayım sonra konuyu şöyle kapatayım:
Rant sisteminde alan memnun, izin veren memnun, “beach club” ortamında salına salına kazıklanan memnun olabilir ama...
O meşhur lafı terse çevirip söylemek gerekirse “Vatandaş sahile el koymuş, halk denize giremiyor amirim”...
Paylaş