Paylaş
Milliyet’ten Melis Alphan ve Akşam’dan Serdar Turgut fotoğraflar üzerine getirdikleri eleştirilerde genel olarak “madem böyle bir işe kalkışılmış” noktasından hareketle, bir kısmına benim de katıldığım uyarılarda, hatırlatmalarda bulundular.
Melis “Polis kıyafeti olmamış, ABD’deki üniformalar gibi dar olmalıydı...” tespiti başta olmak üzere Ayşe’nin kıyafetine odaklanmış, Serdar ayakkabı seçimindeki hataya dikkat çekmiş.
Görsel açıdan bu işin ‘üstad-ı azam’ı Eric Stanton’dan bir iz, Exotique veya Bizarre gibi klasik fetiş dergilerinden bir hava, olmadı Helmut Newton taklidi filan ben de isterdim.
‘Yunus’ların kıyafeti daha iyi sonuç verebilirdi, fakat işlevini yerine getirmiş fotoğraflar; durumdan memnunum.
* * *
Zaten bu röportajda asıl ıskalanmaması gerekenin içerik olduğunu düşünüyorum.
Hıncal Uluç’un anlattıklarını okurken büyük bir dram gördüm.
Bu bir kişinin dramı değil tabii; Türk erkeğinin dramı.
Hıncal Uluç akranı erkeklere göre epeyce şanslıymış.
Kendine ait bir ev, erkek dergisi yöneticiliği ve elbette karizması yüksek bir medya figürü olması “avantajlar” olarak sözlerine yansıyor zaten.
Hıncal Uluç Türkiye’nin popüler figürlerinden.
Parlak bir medya yıldızı. Yarım yüzyıl civarında bir döneme tanıklık etmiş.
Tartışılan, tartışılmayı seven, sesi güçlü çıkan bir gazeteci.
Ama dram Hıncal Uluç için de dram.
Ruhunda yara açan “sıpa teklifleri”, “berbat genelev maceraları” atlatıyor.
O da cinsel eğitim verilmemiş “saldım çayıra, hormon kayıra” mantığıyla sıpa peşine düşecek hale gelmiş akranı erkeklerden farkını koymak için, bir Genç Werther ruhuyla ideal aşk kavramı yaratıyor.
Ulaşılması güç bir nokta bu ideal aşk.
Seks bu süreçte zorlu bir imtihan.
* * *
Uzman değilim...
Fakat seksi bir dizi sıkı duygusal ve fiziksel (alkol kontrolü) emniyet tedbirinden sonra ulaşılabilecek, şövalyelere özgü bir ‘eylem’e dönüştürmek de pek sağlıklı değil sanki.
Acaba Uluç (ve şahsında birkaç kuşak Türk erkeği) seks kavramıyla daha makul bir şekilde tanışsaydı olaylar yine böyle gelişir miydi?
Ayşe’nin başarılı röportajı fotoğraflarından çok bu yönleriyle konuşulsun isterim açıkçası.
Hıncal Uluç’u cesareti ve dürüstlüğü için ayrıca kutlamak şart.
Sanırım o da konunun bu yönüyle -cinsel eğitim- gündem olmasını tercih eder.
Baksanıza Engin Ardıç bile ironik şekilde “Kafa yapısı” başlıklı makalesinde, “üniversite mezunu” dostuyla yaptıkları sohbetten şaka yollu da olsa “piyasaya yeni çıkan karılardan falan konuştuk” diye söz ediyor.
Oluyor mu? Olmuyor galiba.
Sıpalar hâlâ zor durumda...
Genel vaziyet onu gösteriyor.
Ey hacı!
ÖZKÖK’le Umre seferi öncesinde yaptığımız son konuşma sırasında “ihram altı terlik problemi” henüz çözülmemişti.
“Hovırkıraft görünümlü koşu ayakkabısı”, “espadril” (bir karizmanın yükselişi ve düşüşü), “tabanı çift renk bantlı, 1976 model plastik tokyo” (oy, oy, oy!) gibi seçenekler elendi.
Sadece çocuklara yakışabilen, yetişkinler giydiğinde “Usta Tıransformırs olmaya karar verdim, işlemleri ayaktan başlattım. Yes vi ken!” havası yaratan “kıroks”tan da vazgeçildi.
Sesinde bir telaş: “Ne giyeceğim ben? Umre’de bu sene en seksi Türk gazetecisi ben olmalıyım, ben olmalıyım...”
* * *
Özkök’ün “Sivil gidip ihramı orada giysek olmaz mı Ahmet Hocam?” şeklinde bir kurnazlık harekâtı oldu sefer öncesi.
Aklınca “En azından İstanbul’da terlikle yakalanmayız THY Müdürü ve tokyosu ve siyah çorapları gibi” diyor.
Yok öyle tabii.
Hacılar nasıl gidiyorsa öyle gidilecek.
“Uçağa Warhol tişörtümle bineyim, sonra bir ara Kılark Kent (nam-ı diğer Superman) gibi ihrama bürünürüm çalışmıyor burada ey hacı!” derken...
Baktım havaalanında çekilen fotoğraflarda “spor” giyinmişti.
Dönüşte ekibe yancı/fotoğrafçı yazılan Sebati Karakurt’u ocakbaşı sorgusuna götürüp işin aslını öğreniriz zaten.
* * *
“Tahtakale’den dönüşte Umre’den getirmiş gibi dağıtmak üzere hediyelik eşya aldın mı?” diye sordum, böyle bir sistemden haberi yok!
“’Çöl rüzgârı Gündüz Güzeli’nin saçındaki dalgalar gibi sarı esmekte... Kutsal topraklar... Kutsal metinler...’ diye gaza gelip çantaya İncil, Tevrat filan atma...
Oralarda açıklaması zahmetli olabilir, sadece Kuran tamam mı?” gibilerden bir konuşma yaptıktan sonra “Haydi bakalım yolun açık olsun ey hacı” diyerek vedalaştım.
Son hamlesi “Sana zemzem getireceğim” cümlesiydi.
Esas hikâye tabii dönüşte!
Paylaş