FRANKFURT Okulu’nun medar-ı iftiharı Theodor Adorno, başyapıtı kabul edilen “Minima Moralia”nın* büyük bölümünü İkinci Dünya Savaşı sırasında yazmıştı.
“Ateş hattından uzakta” başlıklı denemede şöyle diyor:
“Yaşamı yeniden üretmenin, ona tahakküm etmenin ve onu yok etmenin mekanizmaları birdir ve bu yüzden sanayi, devlet ve reklamcılık (medya) iç içe geçmiştir. O zaman abartma sayılmıştı ama ‘Savaş ticarettir’ diyen Liberallerin haklı çıktığı görülüyor bugün...”
* * *
Suriye ile karşılıklı ölümcül servisler kullanılarak yürüyen bir voleybol maçı kıvamında “kontrollü gerginlik” yaşıyoruz; ‘uzmanlar’ şimdilik bu adı uygun görüyor.
Bu kan sıçratan servislerin savaşa evrilmesini aklı fikri Allah’a emanet bazı goygoycular dışında kimse istemiyor.
“Savaş çıkacağına ihtimal vermiyorum” diyenler ağırlıkta ve ben de “İnşallah haklı çıkarsınız” diye seyreden ve bu görüşü destekleyenler arasındayım.
Bir başka sözüm daha var: “Savaşa hayır!” diyorum, ki bu beni otomatikman “olağan şüpheli” yapıyor.
Ne şüphelisi?..
Konuyu analizlerden analizlere sürükleyen kalemlere göre en basitinden “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin” şemsiyesi altında gezenler grubundan olmalıyım.
Mesela Mustafa Akyol’a göre “Barış çığırtkanlığının sefaletine” kapılmış olabilirim.
Sadece “Savaşa hayır!” demek mümkün değil, bu konuda bazı arkadaşların sonuçları kuşku götürmez samimiyet dayanıklılığı testinden geçmek gerekiyor.
Muhakkak “Eski Türkiye”nin dirilmesi için savaş aleyhtarlığından medet umacak kadar gözüm dönmüş olmalı bazı arkadaşlara göre.
Ya da Baas destekçisi, Esad gönüllüsü gibi bir alçaklıkla harmanlamışım bünyemi.
Aksi olamaz.
Sadece “Savaşa hayır!” diyemem.
İkna etmeliyim, ilk seçimde oyumu AKP’ye (veya bu durumda MHP’ye) vermeli, samimiyet testinden geçmeli, sonra “Savaşa hayır!” demeliyim.
Bir onlar samimi savaş aleyhtarlığı bahsinde, ben ve benim gibi “Savaşa hayır” diyenlerin hepsi içten pazarlıklı.
Kategorilendiren de çıktı sağ olsun Yıldıray Oğur gibi, oradaki gömleklerden birini giymiş olmalıyım.
* * *
Kendileri de savaş karşıtı olan Yıldıray Oğur ve Mustafa Akyol’un kötü niyetli veya tamamen haksız olduğunu düşünmüyorum, bunu söylemeye vicdanım el vermez.
Elbette savaş aleyhtarlığını AKP aleyhtarlığına koşut görenler, bundan medet umanlar var.
Bu affedilmez bir suç mudur/tavır mıdır, onu ayrıca tartışan çıkar herhalde.
Fakat yine de “Savaşa hayır” diyen herkesi “AKP muhalifi ve düşmanı, Esad muhibbi”, “barış çığırtkanlığı sefaletinden mustarip” torbasına doldurmak en hafifinden ayıp oluyor.
Umarım eli kanlı diktatör Esad tez elden defolur gider, umarım o gittikten sonra Suriye bir barış ülkesi olmayı başarır.
Eminim -emin olmak istiyorum- Türkiye bu yolda elinden geleni yapar.
Ve umarım savaş çıkmaz.
* * * Ama savaşa girersek, o “mezarkazıcılardan ve silah tacirlerinden başka dostu olmayan” belaya bulaşırsak...
Adorno, aynı denemede İkinci Dünya Savaşı’nı 30 Yıl Savaşları’na göz kırparak şöyle de anar:
“...Bir savaş ki son bulduğunda kimse başlangıcını anımsamayacak.”
Allah kimseye “Savaş başlamadan önce savaş aleyhtarlığını sefaletle denk tutardı” diyerek hatırlatmasın, bu utancı yaşatmasın.
Savaşa hayır, bu kadar.
---------------------- (*) Minima Moralia, Theodor W. Adorno, Çevirenler: Orhan Koçak-Ahmet Doğukan, Metis Yayınları.