Panter desenli telefon ve 3G çekincesi

Bu sabah uyandığımda cep telefonumun tuhaf bir mahluka dönüştüğünü fark ettim.

Genel hatlarıyla bütünlüğünü koruyan telefonun ekranı ise dadaist çerçevede ele alınması gereken bir sanat eserine dönüşmüştü.
Dadaist demem iyi niyetimden kaynaklanıyor.
Aslında bildiğimiz panter desenine ‘saykedelik’ bir efekt verilmiş, o kadar.
İlginç bir ekran lekesi.
“Ne olmuş olabilir?” diye derin düşüncelere dalarken bir yandan da evrensel ekran temizleme yöntemiyle şansımı denemeye başladım:
Ekrana ‘hoh’ yap, sonra tişörtünle ‘vıcı, vıcı’ sesi çıkana kadar ovala!
Leke daha parlak ve daha görkemli hale gelmiş oldu, o kadar.
Leke ekranın içine nüfuz etmiş ve tahminimce orada kurumuş.
Ne kurumuş? Aysti.
Nasıl olmuş peki?
Bir pati darbesiyle tabii.
Oysa anında müdahale etmiştim, Melis Alphan’ın “wife beater/ hanım öğütücü” diyerek karizmasını sarsmaya kalkıştığı mangalcı model atletle hemencecik silmiştim.
Baktım fonksiyonlar yerinde.
Fonksiyondan kasıt minimal düzeyde iletişim imkânı.
At SMS, tut gelen çağrı falan filan.
Şarjı koli bandıyla AK47 şarjörü gibi tutturulmuş telefonu hatırladım.
Saykedelik panter desenli telefonla yola devam etme kararına vardım.

Gece, artık İstanbul’a ara sıra uğrar hale gelen Topesto çıktı piyasaya.
Evi denetledi, kediye “Var mı bundan bir şikâyetin?” gibi sorular sordu sonra oturup laflamaya başladık.
Aysti ile lekelendikten sonra tuhaf bir çekim alanı oluşturan, çirkinliğiyle sempati yaratır hale gelen telefon Topesto’yu da yakaladı tabii.
Kibardır, “Bu ne be?” diye sordu.
Anlattım. “Yeni telefon alsana, bak bunlar güzel” diye üzerinde canımı fena sıkacak derecede tuş bulunan bir cihaz çıkardı.
Benim PanterCell, Topesto’nun çıkardığı teknoloji harikasının yanında kavruk kaldı tabii.
“O telefon ise bu ne?” dedirten bir manzara.
Yine de “Yok usta, bu arandığında çalıyor, mesaj yazdığımda gidiyor. Müziği müzik setinden dinliyorum. Fotoğraf için kamera var. Ayrıca İstanbul dışına çıktığımda internet kafe gezmeye de alıştım, seviyorum...” dedim.
“Tam teçhizat kameraman Cevat Kelle gibi gezeceğine çaksana şu üçge’lerden...”
“Görüntülü konuşma konusuna sıcak bakmıyorum. Beni korkutan ihtimaller var...”
“Ne gibi?”
“Sabah Riko tarafından aranıp ‘Uyan buzağı, uyan!’ diye güne başlamak yıllardır beraber yaşadığımız büyük bir risk. Bunu görüntülü olarak kaldıramam!”
“Ouuuvvv! Hakikaten ya!”
“Riko’nun 8G, 9G, hatta 10G çıkana kadar şu anki pozisyonunu koruyacağına inanıyorum. Ben de böyle yapacağım. Bizim gibiler dostum, görüntülü haberleşmemelidir!”
Topesto illa 3G işine girmem gerekmediğini, telefonu yine de değiştirebileceğimi anlattı durdu.
İşi “Fön makinesi tutsak”a kadar ileri götürünce “Terbiyesizleşme!” şeklinde uyarmak zorunda kaldım.

Uzuunca bir süredir yapmadığımız şekilde gece geç saatte sokağa çıktık.
Eski günlerdeki gibi.
Hedefimiz Beyoğlu’nda, Bekar Sokak’taki Mask Bar.
Benim eski komşu Erdem (Akakçe) bir tayfa topladı, perşembe geceleri Mask’ta çalıyorlar.
Erdem’in sesi çok güzeldir. 6 yıl kadar dinledim alt kattan.
Güne Erdem’den Metallica şarkısıyla başlamak normaldi.
Hatta o evden sonra taşındığım dairenin yanında bir piyanist oturuyordu.
Epeyce bocalamıştım.
Metallica’dan piyanoya geçiş süreci sancılı olmuştu.
Laflaya laflaya Mask’a vardık, barın köşesine demir bıraktık.
Oh! Canlı müzik dinleyeceğimiz varmış meğer.
Grupla birlikte seyirciler de tütün molası verip sokağa çıkıyor.
Yanımıza eski bir arkadaş geliyor, telefonun çekim alanına giriyor, ürküntü ve hayranlıkla karışık soruyor “Ajan, bu ne biçim bi model?”
“Uzun hikaye. PanterCell diyoruz, sen de öyle yap” diyor Topesto.
Erdem ve tayfası sahneye dönüyor.
Topesto’yla gece sürtmesi yapmayalı çok olmuş, geç açılıyoruz ama açılıyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları