Paylaş
Kaptan soğukkanlı ama Ali çıldırmış; tekneyi “Kaptan’ın çalışma odası” diyebileceğimiz mekâna çatıırt diye demirliyor.
Mekân altüst...
Devrilen masanın üzerinde sarı kapaklı tanıdık bir kitap görüyorum o sırada: Dostoyevski, Ezilenler.
“Kesin Orhan’ın operasyonu bu!” diyorum ve cep cihazına uzanıp Kaktüs’ün bar ve masalarında yıllarca dirsek çürüttüğüm ahbabımı arıyorum.
Kanal D’nin çok seyredilen dizisi “Öyle Bir Geçer Zaman ki”deki Kaptan, yani Orhan Alkaya çok iyi bir tiyatro yönetmeni, bir şair, bir yazar, bir gazetecidir.
Tanışıklığımız eskidir; ara sıra -çoğunlukla- rastlaşarak dostluğumuzu sürdürürüz.
Bir-iki ay önce Cihangir’de, bir devrin Kaktüs’ünün serinkanlılık abidesi elemanı Ertuğrul’un yeni açtığı 21’de rastlaştık, epeyce çene çaldık.
“Öyle Bir Geçer Zaman ki”de oynamasının harika olduğunu söyledim. Orhan içinden yeni bir adam çıkarmayı başarmıştı ve bence bu müthiş bir hareketti.
Bir anda gelen bu popülarite üzerine espriler yaptık vesaire, çok iyi gördüm, sevindim.
“Dostoyevski” için aramıştım, oraya dönelim...
“Senin işin olmalı” dedim; “Hangisi?” diye cevap verdi.
Dizinin tanıtımına denk geldiğimi, tekne kazası sahnesinde masadaki kitabı gördüğümü, bu kitabın arkasında onun bulunduğunu düşündüğümü söyledim.
Tam isabet!
Prodüksiyonun getirdiği kitaplar arasında “Ezilenler”i görünce masanın üstüne taşımış Kaptan (Orhan).
Yönetmen Zeynep Günay Tan da “işe uyanmış” ve Kaptan’ın mesajı ekrana ulaşmış.
Bölüm salı günü yayınlanacakmış.
Marifet diye söylemiyorum ama dizilerle aram yok. Takip sorunum var.
Ama ara sıra Orhan’ı gördüğümde takılıyorum.
Kabaca Karolin’in “bir kaşık suda boğulası” bir karakter olduğunu, Küçük Osman’a çok eziyet çektirildiğini, Mete’nin problemleri olduğunu ve üstüne benzin döktüğünü biliyorum, o kadar.
Bir de çok seviliyor bu dizi, ona şahidim.
Peki niye Dostoyevski, niye “Ezilenler”?
Karakterden aldığım bilgiyi paylaşayım. Kaptan’ın asıl büyük kahramanı, bir başka Dostoyevski romanı olan “Budala”dan: Prens Mişkin.
Ya da tam adıyla Prens Lev Nikolayeviç Mişkin.
Fakat sette “Ezilenler” (Tam adı ‘Ezilmiş ve Aşağılanmışlar’dır) çıkınca karşısına...
Dizideki “Ezilenler”, Varlık Yayınları’nın 1957’de yayınladığı, Nihal Yalaza Tuluy çevirisidir.
Dostoyevski’nin “dev klasikleri”nin habercisidir.
Kaptan, seçtiği kitapla seyirciye şık bir mesaj yollamıştır.
“Ezilenler” satış patlaması yaparsa, sebebini bilin diye söylüyorum.
Kaptan’ın okuduğu “sarı kapaklı Varlık edisyonu” da sahaflarda biraz karıştırınca çıkar; ortalama fiyatı ben bu yazıyı yazarken 4-5 liradır.
Kaptan’a selam...
O ayılar beklesin beni
ATATÜRK Orman Çiftliği’nin web sayfası “Yavru Ayılar” videosuyla açılıyor.
Şirinlik rekortmeni iki boz ayı yavrusunu gösteren videoda fon müziği de şahane: Barış Manço’dan “Ayı”.
Ya ne olacaktı? Şahane olmuş.
AOÇ’nin Hayvanat Bahçesi’nde 5 Şubat’ta doğan iki yavru boz ayıyı haberlerde gördüm önce.
“Afet” ve “Erke” çiftinin ikizleri ilk kez güneşe çıkıyordu.
Knut’un acısı yüreğimdeyken bu haylazları görünce coştum ve ilk hedefimi Ankara olarak belirledim.
O ayılar ve 2 Akbaş ve 1 Kangal da beklesin beni, en kısa zamanda yanlarındayım.
AOÇ, web sayfasında (www.aoc.gov.tr) ikizlerin isimlerini belirlemek için anket yapacağını duyurdu.
Daha önce Hürriyet’in treniyle Anadolu’yu gezen Akbank Çocuk Tiyatrosu’nun “öküz”üne gönüllü olarak Kanat ismini vermiştim.
Verdiğim en doğru kararlardan biridir. Pek çok Anadolu şehrinde çocuklar “Kanat diye ayı mı olur? Pu-ha-ha-ha!” diye güldü, daha büyük mutluluk olamaz.
Adımı bir ayıyla paylaşmaktan da gurur duyarım...
Yani Kanat adını bizim boz elemanlardan birine aday olarak sunmuş olayım, takdir halkımızın!
Paylaş