Paylaş
Cumhurbaşkanlığı şöyle duyurdu haberi: “Daha önce de açıklandığı üzere, Sayın Cumhurbaşkanımız, 2011 Yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödüllerinin; Sanat Tarihi dalında Prof. Dr. Semavi Eyice’ye, Edebiyat dalında Sezai Karakoç’a, Eleştiri alanında Doğan Hızlan’a, Geleneksel Sanatlar dalında Hasan Çelebi’ye verilmesini uygun görmüşlerdir...”
Dört önemli ismi okuduktan sonra “Acaba Sezai Karakoç gidecek mi ödülü almaya?” diye sormuştum kendi kendime.
Sezai Karakoç yaşayan en önemli şairlerimizden.
Sadece şiir üretmemiştir ancak affına sığınarak söyleyeyim şiir alanında etkilediği kitle hepsinden geniştir. Edebiyat meraklılarının siyasi görüş çatısının üstüne taşıyarak sevdikleri isimlerdendir.
Cemal Süreya ve Ece Ayhan’la Mülkiye yılları kesişir.
Cemal Süreya, harikulade portreler geçidi olan “99 Yüz”de, eski arkadaşı Sezai Karakoç’un fotoğrafını şöyle çeker:
“Çok daha yetenekli bir Mehmet Âkif’in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl’ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz.”
Cemal Süreya’nın “iki sağcı ikonu” örnek vermesi boşa değil.
Sezai Karakoç ve başlattığı Diriliş çizgisi özellikle “İslamcı hareket” içinde saygı görür.
Ancak Sezai Karakoç’u böyle kalın çizgilerle bir hareketin sembolü konumuna sıkıştırmak büyük haksızlıktır. Edebiyat meraklıları bu haksızlığı yapmamıştır. Zaten doğru olan da buydu. Şiiri siyasetten çok sevmeyeceksek niye yaşıyoruz ki bu dünyada?
Sezai Karakoç’u ilk kez, çok gençken, sahaftan bulduğum bir antoloji sayesinde tanımıştım.
1969’da Papirüs’ün hazırladığı “İkinci Yeni Antolojisi”nde Ece Ayhan’dan İsmet Özel’e, Edip Cansever’den Turgut Uyar’a şiirimizin en yakışıklı abilerinden seçmeler vardı.
“İlk” adlı şiiri belki Sezai Karakoç’u bugün tanıtmak için çok uzak bir örnek ama ilk mısra hâlâ ‘hard-disk’te kayıtlı:
“Yanlış trenden indin, seni şehrin aynasından geçirdiler...”
Sonra Karakoç yazdıkça okumaya çalıştım.
Görkemli onlarca şiirinin yanında sönük kalır tabii ama gel de unut Sezai Karakoç’u bu ilk mısradan sonra...
Ece Ayhan’ın, Cemal Süreya’nın, İlhan Berk’in ve başka edebiyatçıların söyleşilerinde, anılarında adından sıkça ve övgüyle söz edilir.
Dışarıya kapalı, kendi doğrusundan şaşmayan bir adam silueti belirir hakkında yazılanları okuyunca. Sonra fark edersiniz ki kendisi de öyledir.
Röportaj vermez.
Görüşlerini, kurucusu olduğu partisi Yüce Diriliş Partisi aracılığıyla (web sayfasından mesela) veya yayınlarıyla öğrenebilirsiniz. Ancak ortalığa çıkmaktan pek de değil hiç hoşlanmaz.
Cemal Süreya anlatsın:
“Türkiye’de özellikle sağın, özellikle de mukaddesatçı kesimin içinde yalnız.
Bir başına.
Hiçbir ortaklığa girmez.
Dışarda ve yukardadır...”
Süreya’ya göre...
“Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir, Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur.”
“Karakoç bir yerde inancının çılgını. Onunla delici bir ideolojiye ulaşmak ister. Bunun için her şeyi bilmesi gerektiği kanısındadır.
İnancı hem silahı hem çocuğudur...”
Hem Sezai Karakoç’a, hem de diğer kıymetli ustalara şükranlarımı sunar, kutlarım.
Ah bir dakika...
Başta sorduğum soru “Karakoç acaba Çankaya’ya gider mi?” idi.
Sorumun cevabını sanki Fehmi Koru’nun köşesinde görür gibi oldum.
Koru “...Gül, ödülünü Sezai Karakoç’a (veya bir yakınına) sunacak...” yazmış.
“Umarım kendisi gider, biz de görmüş oluruz sevdiğimiz şairi” derken bu “veya bir yakınına” parantezi olmadı...
Paylaş