Karateciler İstanbul’da

İSTİKLAL Caddesi'ndeki Robinson Crusoe Kitapçısı'ndayım. Çizgi Roman bölümünü yenilememekte ısrar ediyorlar. Ama olsun İstanbul'da enteresan kitap bulabileceğin nadir yerlerden biri netice itibariyle...

Tam kapının karşısındaki rafta, kapağında Bruce Lee'nin fotoğrafı olan bir kitap gördüm. Baba, ‘‘Hasmınızın kolunu nasıl eline verirsiniz?’’ türü şeyler anlatıyor...

Bir müddet karıştırdıktan sonra fark ettim ki; raf paso dövüş sanatıyla ilgili kitaplarla dolu.

Bir tanesine bayıldım. 750 uzman, dövüş sanatlarıyla ilgili kafa kurcalayan soruları cevaplandırıyor. Hemen orada 'taçiyomi' hadisesine girdim. 'Taçiyomi' genel havasından da anlaşılacağı üzere Japonca. Japonlar bu tabiri, kitapçıda ayakta kitap okumak için kullanıyor. Bilgi dağarcığınıza böyle minik bir katkıda bulunduktan sonra, konumuza dönebiliriz...

*

Kitap, soru cevap şeklinde yazılmış. Karıştırırken şöyle bir soruya rastladım: ‘‘Ağbi, şimdi herif kapmış ninca kılıcını, kopmuş geliyor üstüme. Eğer ben aikido biliyorsam harbiden araklayabilir miyim elemanı?’’

Tabii soru daha makul bir şekilde sorulmuş da, özetliyorum ben... Cevap mükemmel: ‘‘Bak koçum! Bu aikido iyidir. Adamı hap edersin. Ama elinde kesici, delici bir alet varsa, o iş sakattır. Adamı devirirsin veya deviremezsin, onu bilmem ama adam seni muhakkak çizer. Artistlik yapma. Sana tavsiyem ortamdan acilen uzaman...’’

*

Şimdi muhakkak, aikidocu arkadaşlar, ‘‘Olur mu yahu. Ben alırım onun elinden o kılıcı filan’’ diyecekler. Bana anlatmasınlar, bu işin uzmanı öyle uyarmış işte. Adam net olarak bulaşma diyor...

Şimdi, kitaptaki bu bölümü okuduğum anda, 1970'lerin ikinci yarısına ışınlandım. Burada ‘‘Bir maniniz yoksa annemler akşam sizin eve yazılmak istiyor’’ havası yaratmış olacağız biraz ama olsun...

O sıralar Bruce Lee'nin hastasıyız mahallecek. Sabah 11'de giriyoruz, eve gitme saati gelene kadar üstüste seyrediyoruz filmlerini. Şimdi abidik bir otoparka çevrilen Pangaltı Tan Sineması'nda üç film birden oynuyor.

Bir tanesi kafadan karate filmi, bir tanesi muhakkak Godzilla türü bir şey, bir tanesi de kovboy filmi filan oluyor...

Film çıkışları acayip piyes olurdu. Filmde Bruce Lee'yi seyredip gaza gelenler, birbirlerini ters ters keser. Gaza gelmiş ya; arıza çıksa, karate yapıp karşısındakini eskitecek güya...

Arıza çıkmadığı durumlarda, kafadan elektrik direklerine filan girişilirdi. Öyle şuursuz günler işte...

Neyse efendime söyleyeyim; bizim mahalleden karateci çıkmamış o güne kadar. Hepimiz hızla büyümek, Galatasaray'da, Fenerbahçe'de, Beşiktaş'ta forma giymek ve mümkün olduğunca çok kadını kendimize aşık etmek arzusundayız...

*

Bir gün Prof lakaplı arkadaşımız, karateci olduğunu açıkladı. Şimdi Prof (Oğlum neredesin bu arada, bir telefon etsene!) hakiki manada orijinal bir insandı. Bütün hikayelerini anlatmaya kalksak ne yer yeter, ne vakit. Hoş o da çıkıp benimle ilgili hepsi ayrı bir klasik olan şuursuzluk efsaneleri anlatabilir ya, her neyse, ona da girmeyelim.

Biz buna dedik ki‘‘Ağbi sen ne zaman karateci oldun? Bir kuşak, bir beyaz karateci kıyafeti filan görmedik. Kursa gittin de haberimiz mi olmadı?’’

Prof ‘‘Evde kendi kendime öğrendim’’ dedi. ‘‘Haliyle ‘‘nasıl oluyor ağbi öyle kendi kendine... Rüyanda mı gördün?’’ dedik.

‘‘Kitaptan’’ dedi... Meğer bizim Prof, dandik marka bir karate kitabı indirmiş, ondan kendi kendine karate öğrenmiş.

‘‘Çek bir numara’’ dedik. ‘‘Sirk maymunu muyum ben? Hem biz karateciler gerekmedikçe karate yapmayız’’ dedi.

Böyle bir aşırı özgüven oluşmuş arkadaşta. Israr ettik olmadı, bunun üzerine bir iki tane ekleştirdik. Alaaaaaah! Koptu Prof. Kendince bir takım hareketler yapıyor ama mesela bir Bruce Lee'ye benzemiyor.

Yaptığı hareketler daha çok, bağırarak yapılan bir halk dansını çağrıştırıyor. ‘‘Sakin ol ağbi, geçti... Kitabı bir görebilir miyiz?’’ diyerek sakinleştirdik bunu.

*

Gitti getirdi kitabı. Kültür ve Sanat dünyamıza ‘‘Nasıl Artist Olabilirsiniz’’, ‘‘Kız Tavlama Sanatı’’ gibi değerli kitaplar kazandırmış olan yayınevinin bombası...

‘‘Masada otururken size saldıran dört kişiyi nasıl dövebilirsiniz?’’ gibi başlıklar var. Prof'a sorduk, ‘‘Peki ağbi, dört kişiyi dövebiliyorsun. Üç kişi gelirse n'apıcaksın?...’’

‘‘Onu bilmiyorum’’ dedi...

Peki!


Bu konsere gidin


CARLSBERG sponsor oldu, The Cranberries'i Türkiye'ye getirdi. Şimdi burada yalan konuşmayalım. Ben The Cranberies'i seven bir insan değilim. Fakat bu konsere gitmeyi düşünüyorum. Niye mi? Bakın arkadaşlar, eğer bu konserler dolmazsa ne Carlsberg, ne de başka bir sponsor, bir daha konserlere destek filan vermezler.

Yani bugün The Cranberries, yarın inşallah U2.. Bence seviyorsanız The Cranberries'i, bu konsere gidin.
Yazarın Tüm Yazıları