İyi ama kim bu adam?

YENİ yılın ilk sabahı. Evde tuhaf bir ses var. Bir noktaya kadar Eminem'in şarkısına benziyor bu ses. Fakat biraz, nasıl söylesem, deforme olmuş...

Sesi araştırmak üzere kendimi yataktan kazıyorum. Bu ne biçim bir ses yahu?..

Nereden geliyor, nereden geliyor?.. Ah! Telefon. Tamamen unutmuşum. Bu cep cihazının sesi. Topesto'nun cadı kuzeni yaptı...

Telefona cevap vermek gerekiyor önce, melodi sonra normal bir zil sesine nasıl olsa çevrilir.

‘‘Yes’’ diyelim bakalım kim çıkacak karşımıza?..

‘‘Alo’’ diyor karşı taraf normal olarak. Ama ‘‘o’’ kısmı kalın okununca bu sesin sahibini hemen tanıyoruz: Riko arıyor.

‘‘N'aber birader?’’

‘‘İyi, sizden?..’’

‘‘Eee, evde tek başıma olduğum ve herhangi bir kişilik bölünmesi yaşamadığıma göre... Sen de bir anda bana 'siz' diye hitap etmemeye başlamayacağına göre...’’ diye lafı uzatırken Riko müdahale etti: ‘‘Ne bileyim, kalmadı mı Topesto filan sende?..’’

‘‘Yok usta, dar kadro 6-7 kişi yemek yedik, sonra benim eve geldik, sonra ekip dağıldı. Ben hazır eve gelmişken dışarı çıkmadım filan falan...’’

‘‘Sen ne yaptın? Sanki gece seni Trafalgar Meydanı'nda gördük, elinde şampanya şişesi, üstünde Teletubbies tişörtü olan tip sendin di mi?’’

‘‘Terbiyesizleşme. Biz Büyük Britanya'da gayet saygın pozisyonda bir insanız. Normal bir yılbaşı gecesi geçirdim. Mahalle pub'ı, sonra da ev...’’

‘‘İyiymiş...’’

‘‘Aramadı mı Topesto hálá? Yapmıyor musunuz program?..’’

‘‘Yok ama biraz sonra damlar. Saat kaç bakayım?.. Ooo ve de haaa! Usta sen saatin kaç olduğunu biliyor musun bizim memlekette?.. Hatta çok pardon saat burada 08.00 ise, Londra'da 06.00 olması lazım. Yatmadan önce arıyorsun di mi?..’’

‘‘Ya, tam hesaplamadım kaç olduğunu ama doğru, ben yatacağım biraz sonra. Sizi ekip olarak yakalarım diye aramıştım aslında, sonra fark ettim saati...’’

O dakika itibariyle sonra konuşma kararı aldık.

Tabii uyu uyuyabilirsen bir daha...

İki saat sonra Topesto aradı, ‘‘Hangisine?..’’ diye.

‘‘Ben Vidocq diyorum’’ şeklinde cevap verdim...

‘‘Uyar’’ dedi.

Yılbaşı yorgunu İstiklal Caddesi'nde biraz yürüyüp, birşeyler yedik ve filme girdik.

Yılbaşı sabahları sinemaya gitmek, bir tür gelenek. Herkese tavsiye ederim. Çok iyi geliyor insana.

Fakat Vidocq yeni yıl sabahı için biraz fazla kafa karıştırıcıydı. Yine de, Ines Sastre ablanın güzelliği iç açıyor tabii.

Filmden çıktık bir yerde kahve içiyoruz. En utandığım şey oldu. Biri geldi ve ‘‘Pardon siz Kanat mısınız?’’ diye sordu.

‘‘Evet’’ dedim. Bu kez Topesto'ya döndü ve ‘‘Bu da Topesto mu yoksa?’’ dedi.

O esnada Topesto bana öyle bir baktı ki; ‘‘Hayır; bu, eeee, bu Riko da değil’’ gibi sersemce bir cevap verdim.

‘‘Kim peki o Topesto'yla Riko, çok merak ediyorum’’ dedi.

‘‘Riko Britanya'da, Topesto da daha kalkamamıştır, malum dün gece... Yılbaşı partisi...’’ dedim.

Kibar bir insandı. Bir-iki soru daha sordu, karşılıklı teşekkür ettik ve sessizce dağıldık.

Şimdi arkadaşlar, Topesto ile Riko'nun kim olduğunu soran çok.

Riko hakikaten burada değil. Topesto da benden utangaç biri. Bu sebepten pek öyle birlikte dolaşmıyoruz.

Bu olay Topesto'nun başına ilk kez geldi. Ama arada başka arkadaşlarımın yaşadığı bir hadise.

Mesela geçen sene Latif Demirci'yle Kaktüs'ten çıktığımızda böyle bir şey olmuştu. Biri geldi ve önce benim suratıma baktı, tanıdı, sonra direkt Latif'e dönüp ‘‘Siz Topesto musunuz?’’ dedi.

Latif de ‘‘Hayır ben Muhlis'im’’ dedi...

Aslında bir keresinde Latif'i Orhan Pamuk'a da benzetmişlerdi Babylon'da. Sonra düşündüm de, bence benziyorlar biraz...

Mesela başka bir arkadaşım var. Her Cumartesi gazeteyi endişeyle açıyor. Çok sık görüştüğüm bu arkadaşımın annesi bile Topesto olduğundan emin. Ama vallahi o da değil ya!..

Böyle yani...


Futbolcunun seksüel faaliyetleri


FUTBOLSUZ günlerde size bir futbol anektodu aktarayım da biraz kafa dağıtalım. İki ay önce sahaflarda süper bir kitap buldum. Kitabın adı: Futbol Bizim Dünyamız.

Yazarları; Eşfak Aykaç, Gündüz Kılıç ve Coşkun Özarı.

40 sene önce yazılmış. Yazıldığı dönem gözönüne alındığında çok modern bir kitap. Atlaya zıplaya da olsa okudum.

Yıllardır tribünde konuşulan bir konuya da ışık tutuyor kitap: ‘‘Futbolcu ne sıklıkta seks yapmalıdır...’’

Diyor ki kitapta; ‘‘Maalesef bu, memleketimizde sporcular tarafından fayda ve zararları en az anlaşılmış bir mevzudur. Öyle sporcular vardır ki; uzun bir süre içerisinde hiçbir kayıt ve nizama uymıyacak bir şekilde suiistimal yaptıktan sonra müsabakadan kısa bir müddet evvel sözde kendilerini kontrol altına almaya çalışırlar. İstenen randımanı veremedikleri anda da, hemen 'Vallahi ağabey, son 3-4 gün kendime o kadar iyi baktım ki, bir türlü anlıyamıyorum. Niçin muvaffak olamadım?' derler.

..Aktif bir sporcunun haftalık seksüel hayatı ikiyi geçmemelidir. Bunu da maç ve antrenmanlar ile denkleştirmesi icap eder...’’

Şimdi ben bunu okudum ya; bir süre sonra değerli büyüğüm, çok sevdiğim Coşkun Özarı'yla karşılaştık. Fırlamalık olsun diye ‘‘Ağbi böyle böyle yazmışsınız kitapta, hakikaten doğru mu bu?..’’ diye sordum.

‘‘Heh-heh’’ diye güldü Çoşkun Ağabey ve kısa bir cevap verdi: ‘‘O kısmı ben yazmadım...’’


Dünya 100 yaşında olsaydı


ÜÇ bilimadamı: Jean-Marie Pelt, Marcel Mazoyer, Theodore Monod... Bir gazeteci: Jacques Girardon... Oturup söyleşip ortaya ‘‘Bitkilerin En Güzel Tarihi’’ adında çok faydalı, çok eğlenceli bir kitap çıkarmışlar.

Nedret Tanyolaç bu güzel kitabı Türkçe'ye çevirmiş, İş Bankası da yayınlamış. Kitabı alın, tadını çıkarta çıkarta okuyun. Ben önsözünden bir bölüm aktarmakla yetiniyorum:

‘‘...Bitkilerin içinde yaşadığı zamanı daha iyi kavramak için klasik, ancak işe yarar bir yol vardır. Buna göre jeolojik çağlar ve o çağların kapsadığı, algılamakta güçlük çektiğimiz milyarlarca yıllık süreler, anlayabileceğimiz bir ölçeğe çekilir...

Şimdi 4,5 milyar yılı 100 yaşa eşit kabul edelim. Ve Gezegenimizin 1 Ocak 1900'de doğmuş olduğunu varsayalım.

Aynı zaman oranını koruduğumuzda yaşam 1923'te ortaya çıkar. Bitkiseldir ve tabii ki son derece ilkeldir!

Tekhücreli ilk yosunlar çok geç bir dönemde çekirdeğe kavuşur; 1986'da!

Bitkilerin denizden kopup karaya uyum sağlaması 1991'de!

Olaylar hızlanır: 1994'ten sonra kozalaklılar boy verir. 1996'da memeliler ortaya çıkar, bunu 1998'de çiçekli bitkiler izler.

İlk antropoidlerin izleri 1999 Temmuz ayına uzanır. Homo Sapiens dönemi 6 ay sonra başlar: 31 Aralık günü, akşama doğru. Aynı yılbaşı gününde, yani 31 Aralık 1999'da, saat 22.04'te, gece yarısına 1 saat 56 dakika kala neolitik insan tarımı keşfeder...’’
Yazarın Tüm Yazıları