Bizzat tanıştığım ilk meşhur insan Suna Pekuysal’dı.
Aslında pek tanışma sayılmazdı; onun da içinde bulunduğu bir mahalle ve komşuluk zincirine eklenerek doğmuştum.
Şişli. Operatör Raif Bey Sokak. 1970’li yıllar.
Doğduğum ve ilkokul bitene kadar da ayrılmadığım sokak.
Tekstil sektörü henüz bizim sokağa kadar yayılmamış.
Okulum (Şişli 19 Mayıs İlkokulu) arka sokakta.
Kafayı yardığımızda -ki muhakkak yarardık!- Şişli Etfal hemen yanımızda.
Yürüme mesafesinde Şişli Kent, Site, Osmanbey Gazi, Pangaltı İnci, Tan, Harbiye As, Nişantaşı Konak, Bomonti Kervan gibi sinemalar var.
Konforlu bir ortam...
*
Boyu 1.50’nin üstünde herkese "amca" veya "teyze" şeklinde seslendiğimiz yıllar.
Yaşı bize yakınsa (15-20 yıl filan) "ağbi" veya "abla" diyoruz tabii.
Eğer tanıyorsak önüne isim ekliyoruz: Zuhal Teyze, Hisar Ağbi, Koço Amca, Titina Teyze şeklinde...
Teyzeler içinde, annelerimizin de "Abla" dedikleri bir teyze var ki, yaşlı olmasına rağmen "abla" denilen tek kişi o!
Hatta babalarımız bile "Abla" diyorlar.
Mahallemizin hiyerarşik açıdan en üst noktasında yer alan o tatlı insan rahmetli Hadiye Teyze’ydi.
Top oynarken böğürmeyi fazla kaçırdığımızda pencereye çıkarak tatlı tatlı fırça atan veya direkt bizi kendi evine toplayıp mum gibi dizen Hadiye Teyze...
Penceresinin önünde içine çiçekler ekilmiş eski kömürlü ütüler bulunan Hadiye Teyze.
*
Hadiye Teyze’nin bir diğer özelliği de Suna Pekuysal’ın annesi olmasıydı.
Sinemada ve televizyonda gördüğümüz Suna Pekuysal.
Malum, o yıllarda televizyon henüz adının ihtişamına yaraşır bir çeşitlilik içermiyor.
Tek kanala talimiz.
Sokak röportajına çıkan sade vatandaşın şöhreti 20 yıl sürüyor. "Ben terevizyondaykene..." diye diye kahvede çaya tavlaya para ödemeden yaşıyor.
Varın Türkiye’nin sevgilisi Suna Pekuysal’ın şöhretini siz hesaplayın.
*
Suna Teyze filmlerde olduğu gibi özel otomobille gelir, sokağımıza inerdi.
Geleceğinden zaten haberdar olan anneler Hadiye Teyze’de çay düzeni almış olurdu.
Biz de "ünlü olmak" kavramına hakim olmasak da, heyecanlanır ve otomobilini sarardık.
Şeker/çikolata tarzı bir ikramı var mıydı, tam hatırlamıyorum.
Fakat muhakkak birkaç küçük beyaz zarf çıkardı ortaya: Tiyatro davetiyesi...
Tahmin edebileceğiniz üzere bir sevinç dalgası yaratmazdı bu nazik davranış...
Neticede sokak çocuğuyuz. Renkli, hareket eden, karnımızı ağrıtan veya başımızı belaya sokan şeyleri tercih ediyoruz hediye olarak.
Yine de teşekkür eder ve artık o sırada hangi haylazlık şebekesine mensupsak, oraya yönelirdik.
*
Sonra Hadiye Teyze’nin küçük salonuna "Güzel Kız Sardalyası" formatında sığışmış kalabalığa dahil edilirdik.
Suna Teyze tatlı kahkahalarla renklenen hikayeler anlatırdı.
Sevdiğimiz herkes onu çok severdi, biz de bu verilere dayanarak Suna Teyze’yi çok severdik.
Bu sevgi ve saygıdan dolayı, "Tiyatro davetiyesi işini yan apartmanda oturan Selçuk Kaskan’dan (Allah rahmet eylesin) hallediyoruz, zahmet etme Suna Teyze" demedik hiç.
*
Sonra şuur biraz yerine gelince, mahalle dışındaki insanlarla temasa geçince Suna Pekuysal’ın ne kadar ünlü olduğuna uyanmıştım.
Herkes tanıyordu, herkes seviyordu.
Ara sıra Hadiye Teyze’nin bahsi geçtiğinde şöyle bir hikaye anlatılırdı annelerimiz arasında:
"Hadiyaanım kış ortasında sokağa konmuş kucağında kızlarla (Oya Abla, diğer kızı Hadiye Teyze’nin). Kocası terk etmiş, atmış sokağa. Ağlaya ağlaya dua etmiş, kızımın yüzü gülsün diye..."
Böyle hikayeler çocukları sarmaz.
"Üzücü hikaye dinleyeceğime ağaca tırmanırım" diyerek kaçtığım için hikayeyi asla dikkatle kaydetmedim.
*
Kazık kadar adam olduktan sonra birkaç kez Altın Kelebek ödül törenlerinde gördüm.
Yanına gidip "Ben Kanat, Operatör Raif Bey’den Kanat..." desem saçma olur diye hiç ilişmedim.
Zaman içinde ona olan sevgim, kişisel bir tanışıklıktan çıktı ve tüm Türkiye’deki Suna Pekuysal sevgisiyle harmanlandı, anonimleşti, daha fazla değerlendi.
Tatlı Suna Pekuysal, pek kimseye nasip olmayacak bir sevgiyle kuşatıldı yaşadığı sürece.
Yaşadıklarımız yanımızda kalıyor, tek mirasımız nasıl hatırlanacağımız.